"Gidelim. Yeter artık!"Ortadoğu'da insanlar, bakmaktan utanmazlar. Öylece durup, etrafını sarıp, gözlerini dikip izlemekten çekinmezler. Erbil'in amele pazarında, "İstanbül Döner"in önünde fotoğraf çeken Yurttaş'ı kıpırdayamaz hale getirdiklerinde, ben içeride eski PKK militanı olduğunu söyleyen, adını "Ahmet ya da Mehmet" diye veren adamla konuştuğum için bir türlü çıkamıyorum. Yurttaş, sarışın olduğu için daha da daralıyor çember. Sadece amele pazarının yoksul, erkek kalabalığında değil, "Avrupai" havası taşıyan yabancılardık Kürdistan'da hep. Bir Ortadoğu ülkesinden gelmemize rağmen üstelik. Bir gazetecinin işini zorlaştırır göze batmak, sıkıntı verir. Oysa sıra diğer "Türklere" gelince... Hadi gidelim! Gidelim!" Başları, belleri sarılı, sonsuz esmer adamlar, etrafımızdaki çemberi daraltmaya başlayınca foto muhabiri arkadaşım Yurttaş seslendi: Erbil'in en sosyetik lokantası Puşi'de şef garson Bekir, "memleketlisini" görmenin coşkusuyla gülerek konuşuyordu:"Çatal bıçakla yemeyi bilmiyorlardı biz buraya ilk geldiğimizde. Yani ben kendi adıma yemelerine bile müdahale ettim. Fakat bu sefer lahmacunu da başladılar bıçakla kesmeye. Gidiyorum mesela masaya. 'Bak' diyorum, 'Bu böyle yenir'. Açıyorum lahmacunu güzelce, içine maydanoz, limon sarıyorum, veriyorum eline. Şimdi bu adamlar yıllarca dağlarda yaşamışlar. Görmemişler tabii. Öğrenecekler yavaş yavaş."Diyarbakırlı Bekir, "aile salonu" meselesini anlatıyor: "Kadın-erkek karışık oturmayı da biz getirdik buraya." Güneydoğu'da da karışık oturulmadığını söylüyorum. Ama Bekir buranın "daha geri" olduğunda ısrarcı:"Adamlar keleşleri bırakmıyorlar. Ona da biz alıştık sonunda."Bekir, Kürt. Ama Kürdistan'ın Kürtlerine gelince:"Hayat yok burada. İyi para kazandığımız için geldik hepimiz. Tutucu buranın insanı. Ama Diyarbakır'da en fazla 900 milyon alıyordum. Burada 1500 dolar. Yoksa niye gelicem? Çekilmez burası."Hasret de var tabii, Bekir'in hanımı Diyarbakır'da. Madem burada kalıcı, çünkü bir "Tatlı Dünyası niye olmasın yani burada?" dediğine göre, getirmez mi hanımı da Kürdistan'a?"Yok dayanmaz burada Türk hanımları. Sıkılırlar.""Senin hanım Kürt değil mi? Kürt hanım da dayanmaz o zaman" diyorum, Bekir cevap veriyor:"Ben de onu diyorum ya işte!"Gülüyorum bu "Türk-Kürt" karmaşasına, o da şaşırıyor söylediğine. Bekir ve buranın gelişmemişliğinden şikâyet eden diğer arkadaşları, burada kendini Kürt'ten değil de biraz "Türk'ten" sayıyor. Zira onlar burada biraz "Avrupai"! "Yemeyi öğrettik!" Türkiye'den gelen Kürtler buranın en sosyetik lokantalarını açmışlar Erbil'de de, Süleymaniye'de de. Oralara gitmek bir ayrıcalık. Süleymaniye'dekinin adı Revan, şef garsonu da Yaşar:"Abla ben Kürt'üm de yani şimdi yıllarca Marmaris'te çalışmışım. Kızlar deniz. Bir de buranın insanı biraz sosyal faşist. Yapacak bir şey yok ya, tatil günü veriyorum biraz para taksiciye, 'Dolaş' diyorum, sabahtan akşama kadar araba turu. Ama bak Allah'ı var, burada zenginlerin kibri yoktur. Türkiye'deki gibi parasıyla hava atmaz kimse."Yaşar, Türkiye'nin güney kıyılarında pişmiş, cingöz, genç bir garson. İtalya'ya iki "iltica" macerası var, kaçak gemiyle. Hikâyesi şöyle:"Gittik, 'Beş tane PKK komutanı söyle' dediler. Nerden bileyim? Bi işte Apo'yu biliyoruz. Yetmedi tabii, geri posta. Şimdi benim plan şu: Basra'dan Avustralya'ya geçiyorum. Amacım var yani. Amacım olmasa ne işim var burada benim? Yaşanmaz burada. Türkiye'den gelen adam burada kafayı yer. Bak yemin ediyorum, bir yıldır bir kız arkadaşım var burada, daha elini tutmamışım. Anla artık!" "Yaşanmaz burada!" Onlar ne işadamı, ne para sahibi insanlar. Ama yine de buradaki "yoksunluktan" sıkılıyorlar. Erbilli mihmandarımız yanımızda bunları dinlerken ülkesini, halkını aşağılanmış hissettiği için Türkiye'den gelen bu garsonlara fena halde gıcık oluyor. Bu yüzden Yaşar da, Bekir de bütün bunları ikide bir ona dönüp, "Kusura bakma kardeş! Buralısın herhalde" diye anlatıyor. Mihmandarımız da, "O kadar da görmemiş değil bu insanlar" diyor ikide bir. Hele bir de konu kadınlara gelince... Yaşar da, Bekir de başlıyorlar makyaj bilmediklerinden, kendilerine bakmadıklarından. Mihmandar iyice "bizim mahallenin kızları" havasına girip bozuyor onları. Ama bizimkiler gülüyorlar. Çünkü onlar Türkiye'den gelen Kürtler. Avrupa ülkesinden gelmiş gibi havalı ve rahat... Avrupai Kürtler "ÇAKIR'IN Polat'ı kıskanmaması lazım. O başka, Polat başka!"On iki yaşındaki Serhend, akıl almaz bir kusursuzlukta konuştuğu Türkçeyle benim bile tam bilmediğim magazin ayrıntılarından söz ediyor. Türkçeyi, "vallahi" Türkiye televizyonlarından öğrenmiş:"Benim bütün arkadaşlarım televizyondan Türkçe öğreniyor."Serhend, dizilerin, karakterlerinin isimlerini sayıyor.Türkiye'den gelen "havalı" Kürtlere gizli gizli öfkelenseler de Kürdistan'da müthiş bir Türkiye hayranlığı var. Basından sokağa, büyükten küçüğe, kadından erkeğe hemen herkes, müthiş bir dikkatle Türkiye'yi izliyor. Ama Türkiye'nin onlara bakışına kalpleri kırık biraz:"Kurtlar Vadisi'ni yapan abilere söyler misin abla, Los Angeles'taki son bölümde Barzanileri terörist olarak öldürüyorlardı. Onlara karşı düşmanlık duymuyorum ben, ama dizinin zihniyetini doğru bulmuyorum."Serhend, tam olarak bu sözcüklerle konuşuyor:"Ben sadece TV'den gördüm Türk yaşamını ve toplumunu. Orada yaşamak galiba Avrupa gibi. İstanbul sanırım bir cennet olmalı! Sultanahmet, Kadıköy, Eminönü, Taksim..."Babası Barzanici, KDP'nin üst düzey sorumlularından biri olan Serhend, siyasetin kendisini "tiksindirdiğini", siyasetten çok İstanbul'u merak ettiğini anlatıyor. Kürt'ten Kurt'a: Bizi sev biraz! İKİ ÇOCUK yerde buldukları İbrahim Tatlıses posterini alıp Yurttaş'ın fotoğraf çektiğini görünce tükürüyorlar İbo'nun resmine. Sadece çocuklar değil, neredeyse bütün Erbil nefret ediyor İbo'dan. Erbil konserinde fazla "havalı" davrandığına kanaat getirmişler ve hayal kırıklığı üzerine müthiş bir öfke efsanesi kurmuşlar. "İbo gazetecilere şöyle yapmış. Otelde böyle yapmış. Konserde kızmış" vesaire... En çok da tabii Tatlıses'in konserde "Türk oğlu Türk'üm" demesi kızdırmış. Soruyorlar:"Kürt olmaktan utanıyor mu?"İbo sevgisi yerine, eskiden beri sevdikleri Yılmaz Güney'i koymuşlar yeniden. Tuhaf bir ayrıntı. Şahsen birkaç gün emin olamadım bahsettikleri Yılmaz Güney'in bizim "Çirkin Kral" olduğundan. Çünkü ihtiyar kahvesindeki resmi, Süleymaniye'de "Kürt büyükleri" büstlerinin arasındaki büstü hiç de bizim bildiğimiz kara kuru Yılmaz Güney'e hiç benzemiyor. Biraz daha etine buduna, posbıyıklı bir Yılmaz Güney tasviri Kürdistan'ın tercih ettiği. Biraz daha kendilerine benzeyen, dağ gibi bir adam. Nihayet birkaç gün sonra kesinleşti ki bu Yılmaz Güney, "Kürt büyüklerinden" bizim Yılmaz Güney. Ama onlar kendilerinin sayıyorlar Güney'i. Selam verince hemen yemeğe, eve davet eden sıcak Kürdistan kadınları ise en çok Mahsun Kırmızıgül'ü seviyor. Ama daha önemlisi neredeyse hiç Türkçe bilmemelerine rağmen bütün Türkçe şarkıları ezberliyor olmaları. Benim bile sözünü bilmediğim birçok şarkının, hatta yeni çıkanların bile sözlerini baştan sona ezbere biliyorlar, hatta anlamadıkları bu şarkılarda duygulanıp ağlıyorlar. Velhasıl Kürdistan'ın duygu dünyaları Türkçe şarkılarla dolular... ecetem@hotmail.com İBO OUT, GÜNEY IN
Özay Şendir
Küfür çok ayıp, geçmişi yazmak yeter...
6 Haziran 2025
Abbas Güçlü
Yaşadığımız toprakların farkında mıyız?..
6 Haziran 2025
Zafer Şahin
Senin kısmetine Kent Lokantası düştü İstanbul
6 Haziran 2025
Abdullah Karakuş
Savaş tamtamları ile barış olur mu?
6 Haziran 2025
Mehmet Tez
Pink Floyd, Live in Pompeii: Woodstock’ın tam tersi
6 Haziran 2025