Ocak ayında 18 yaşıma bastım ve mumları üflerken tek dileğim vardı: Yazar olmak ve geçtiğimiz haftalarda hiç beklemediğim bir teklifle bu köşede yazma şansına kavuştum
Aslında yazar olma dileği bir tür “hayrü’l halef” olma dileği gibi başladı bende. Haldun Taner’in bir kitabında geçen bu söz, “Babasını hayırla andıracak evlat” anlamına geliyor. Anlaşılacağı gibi ailenin yazarı babamdı. Okuru ise annem.
Küçüklüğümde ona ulaşmanın zor olduğu belli saatler hatırlıyorum. Ev içinde benim için bağırmamam ve ağlamamam gerektiği anlamını taşıyan “yazı saatleriydi” bunlar. Bu saatlerde babam, kemikli gözlüklerini öne iter, her daim taşıdığı defterini yanına alır, bana o zamanlar bir duvar kalınlığında gelen bir kapının arkasına çekilirdi. Bense bir yandan sessizce oyun oynar, bir yandan da o kapının ardında neler olup bittiğini merak eder dururdum.
Bu merak uzun sürmedi. Nitekim bir gün babam beni alıp yanına oturttu ve “Hadi bir hikaye yazalım seninle” diyerek beni baba mesleğiyle tanıştırmış oldu. O zamana kadar yazı benim için eğri çizgi, doğru çizgi çizmek, bir de “Ali topu at” yazmaktı. Başka ne olabilirdi ki? Filmlerde karakterler dönüp uzunca ufuklara bakarlar ve derler ya hani “Hiç bu kadar yanılmamıştım!” diye, ben de bugün aynı havayla söylüyorum işte bunu. Lakin o hikayeyi yazmaya başladığımızda, daha doğrusu ben kafamdan bir şeyler uydurduktan sonra babam alakalı olanları yazmaya başladığında işin büyüsüne kapılmıştım. Ortada bir duvar olsun diye bağırıyordum, babam yazıyordu ve sanki sayfanın üzerinde bir duvar beliriyordu.
İşte bu gerçek Harry Potter olmalıydı!
O öykü “Duvar” adlı bir kitaba dönüştüğünde ben artık bir yazar olmuştum bile. Henüz 10 yaşımdaydım ama olsun. Tebrike gelenlere adımın baş harfleriyle imzamı atıyor, “Aferin oğluma!” diyerek yanaklarımdan 40 kez öpen akrabalara çemkiriyordum. Bendeki şımarıklığı fark eden annem beni, yazmanın yetmeyeceği, okumak da gerektiği konusunda uyardı. Başlarda büyük sıkıntıyla karşıladığım okuma saatleri, ileride benim için elime bir kitap alıp da yalnız kalmak için can atacağım saatler olacaktı. Başkalarının satırlarını okumak benimkileri kamçılayacak, günden güne edebiyatın büyülü dünyası genişleyecekti benim için...
Ben büyüdükçe yazının bende büyük tutkuya dönüşmesini annemle babam gururla izlediler ve keyif aldılar. Annem, babamın da benim gibi çocuklaştığı günlerde, iki oğlunu yarıştırırcasına, ona nanenin kokusu, bana kekiğin kokusu hakkında kompozisyon yazdırıp en iyi yazarı seçti. Bir gazetede staj yapmak üzere Beyrut’a gittiğimde ikisinin de gözleri yaşardı; basılan ilk makalemde çevre bakkallardaki bütün gazeteleri toplatıp sakladılar.
Yazıyı tanıdıkça ben hem “hayrü’l halef” olmuş, hem de kendime her daim sığınabileceğim bir yuva yaratmıştım. Henüz kemik gözlüklerim olmasa da ceketimin sol cebinde bir defter-kalem taşımayı alışkanlık haline getirmiş, gittiğim her oyunda, izlediğim her filmde, dinlediğim her konserde not almaya başlamıştım. İyi bir gözlemle ayrıntılarda saklı yüzlerce renk, yüzlerce hayat görüyordum. Bu gözlemleri başkalarıyla paylaşmak, erken yaşta keşfettiğim yazı dünyasını genişletmek istiyordum ve doğum günümde bu isteğim, bu kez gerçek bir “yazar olma” dileği olarak çıkmıştı nefesimden, 18 mumun üstüne...
Bu dileğin nasıl kabul olduğunu, nasıl birkaç hafta sonra bu köşeye kavuştuğumu inanın ben de hâlâ şaşkınlıkla karşılıyorum. Ama az önce babama “Televizyonun sesini kısar mısın biraz? Yazımı yazmaya çalışıyorum!” diye seslediğimde artık duvar gibi kalın o kapının arkasında kendimin olduğunu fark ettim ve bu saatin benim yazı saatim olduğunu...
Bu köşenin de amacı bu işte...
Açıkçası naneyi kekikten daha iyi yazma hırsı gütmüyorum. Tersine babamın da aynı gazetenin bir başka köşesinde kekiği anlattığını görmek fazlasıyla gurur ve mutluluk verici. Annemin o yaratıcı yarışmasındaki sonuç, hâlâ beni kırmamak için olduğunu düşünsem de, berabereydi. Özelde yazının, genelde sanatın çok sevdiğim bir yanı var, o da üstünlük arayışından yoksun oluşu. Üstünlükle değil özgünlükle sivrilmesi...
Olabildiği kadar özgür, fazlasıyla özgün olmasını dilediğim bir sığınaktı yazı benim için. Bugün o sığınağın kapılarını sizlere açıyorum. Eminim sizinle zenginleşecek, günden güne parlayacak. Bana “Hoşgeldin” diyen Milliyet ailesine büyük bir “Hoşbulduk” da benden! Büyük bir keyif olacak burada yazmak benim için.
Haftaya buluşmak üzere, hepinize keyifli pazarlar!