Fedai Ünal

Fedai Ünal

fedonunal@gmail.com

Tüm Yazıları

Yarım saattir öylece oturuyorum bilgisayarımın karşısında. Yazı yazarken kulaklığımı takar müzik dinlerdim, bugün o da gelmedi içimden. Böyle günlerde yemek, içmek mi yazılır diye düşünürken gözüm televizyona takıldı, magazin, eğlence programları tüm hızıyla devam ediyordu. Öyle ya da böyle hayat sürüyordu.

Daha geçen hafta Söke’de, Karina’da, Doğanbey’de yemeklerin, güneşin tadını çıkarıyorduk. Ve ne olduysa oldu. Bi anda evlerimize kapandık. Bir iki ay da böyle sürecek gibi. Çok uzun bir süre gibi di mi? Değil aslında. Bir yaşam, gelecek için, hiç de uzun bir süre değil.

Haberin Devamı

Eski bi köfteci

Dedim ya yarım saattir oturuyorum. Öylece ne yazacağımı düşünüyorum. Sonra buldum! Söke’de 1925 yılından bu yana açık bir dükkandan söz etmek istiyorum sizlere. Bugün bize, bir iki ay sabretmek zor gelirken, dedelerimizin hayata tutunmak için çektikleri çileye, gösterdikleri sabıra şaşırmamak elde değil! Epeydir şehir dışına çıkmıyorduk. Korona belası memleketimizin başına musallat olmadan uzun süredir gidelim, gidelim dediğimiz Karina’ya doğru yola çıktık. Tabi bizim gibi işi yeme, içme olan bir grubun direkt olarak Karina’ya gitmesi beklenemez. Saat 11.30 sularında ilk molamızı Söke’de veriyoruz. Şöyle bi şehri gezdikten sonra birlikte gezdiğimiz, arkadaşım Aykut Sarıhanlıoğlu, “Abi burada eski bi köfteci var, oraya gidelim” diyor. Hemen karar verip takılıyoruz Aykut’un peşine. O, önde, biz arkada, eski, küçük ama şirin bir dükkana geliyoruz. Camının hemen üzerinde “Erol Şenbaklavacı Izgara&Tatlı” yazıyor. Merakla, resmen dalıyoruz içeriye. İlk dikkatimizi çeken eski mermer masalar oluyor. Sonra en dipte, epeyce eski bir ızgara. Ve elbette köftecinin vitrininde yer alan kadayıf ve baklava!

Çoğunlukla yürümüş

Kısa bir hoşbeşten sonra, şu anda dükkanın 3. kuşağı olan Erol abi ile işinin arasında, ayaküstü sohbete başlıyoruz.

Erol abinin dedesi Yemen’de askermiş. Birinci Dünya Harbi 1918 yılında bitince memleketi Söke’ye doğru yola çıkmış. Elbette o zamanlar şimdiki ulaşım imkanları yok. Ordu mağlup olmuş. Bitap bir şekilde bulabildiği her vasıtayı kullanarak yolculuk etmiş. Çoğunlukla yürüyerek Şam’a kadar gelmiş. Burada bir tatlıcının yanına işe girmiş. Uzunca bir süre Şam’da tatlıcıda çalışmış. İş öğrenmiş. Sonra tekrar yola çıkmış. Bir, bir buçuk sene sonra Söke’ye gelmiş Erol abinin dedesi. Kurtuluş Savaşı’nı yaşamış. Zor günlerden sonra 1925’li yıllarda, Şam’da öğrendiği tatlıcılığı yapmaya karar vermiş ve küçük bir dükkan açmış. Uzun süre çalıştırmış bu dükkanı.

Haberin Devamı

Yemen’den Söke’ye uzun bir yolculuk

Masalar 1925’ten

Erol abi anlatırken soruyorum, “Şenbaklavacı soyadı peki?”

“O zamanki belediye reisi dedemin arkadaşıymış. Dedem aslında başka bir soy isim düşünürken, belediye reisi, sana ‘Şenbaklavacı’ yakışır diyerek koymuş soyadımızı.”

“Ee sonra abi? Tatlıcıya köfte nasıl girmiş?”

“Sonra babam Arif Şenbaklavacı devralmış işi. 1947 senesinde şu an bulunduğumuz dükkanı açmış. Gördüğünüz bu dükkan o tarihten beri neredeyse aynı. Hiç değişmedi. Mermer masalar mesela, 1925’lerden, dedemden kalma. Sonra köftelerin piştiği ızgara, o da çok eski. “

Haberin Devamı

Soyadı gibi tatlı tatlı, sakin sakin anlatıyor Erol abi.

“Köfteciliğe müşterilerin isteği ile başlanmış dükkanda. Gelen gidenler önce bir yemek yemek, üzerine bir tatlı isteyince, dükkanda köfte de yapılmaya başlanmış. Ben bildim bileli böyle. Söke’de babamı Arif Usta diye bilirler. Beni de Köfteci Erol diye tanıyorlar.”

Bizim sohbetimiz sürerken köftelerimiz geliyor. Kendi usullerince bir salata, ızgara edilmiş domates ve tabağın kenarında tuzlu toz biber eşliğinde servis ediliyor köfteler. Et tadı yoğun, yağı çok az, lezzetli bi köfte yiyoruz. Izgara edilmiş domatese bana bana, bi hal oluyoruz.

Tam 95 yaşında

“Aman, fazla yemeyelim” derken kadayıf ve baklavalar geliyor. Neyse ki nefsimizi tutup orada yemiyor, paket yaptırıyoruz. (Evde gelir gelmez kadayıfları götürdük. Çok beğendik.) Bir güne sığdıracak çok yerimiz olmasa, bu küçük dükkandan, tatlı muhabbetten kalkasımız yok.

Çıkarken Erol abinin babası Arif Usta’nın sağ olduğunu öğreniyorum. 95 yaşındaymış eski tüfek! Allah uzun ömür versin kendine.

İyi ki babasının çileli bir yaşam sürerek öğrendiklerini öğrenmiş. Kendi çocuklarına öğretmiş ve oğlu Erol abi de bu işi sürdürmüş. Biz de bugün, nice yaşanmışlıklarla dolu eski dükkanda, taa 1925’lerin anılarıyla örtülü mermer masalarda köftemizi, tatlımızı yiyoruz. İnşallah Erol abiden sonra da gelenek sürer.

Dedenin başlattığı yolculuk sonsuza kadar devam eder.

Sevgili dostlar bu sıkıntılı günler geçecek elbet.

Ama birlik beraberlik olursa daha çabuk geçecek…

Kalın sağlıcakla…