Kimsenin Avrupa Birliği'ne girmeye karşı olduğu yok.
Zaten, "aman hemen buyrun girin, sizsiz olmaz" diyen bir Avrupa da yok.
Siyasi partiler içinde, "biz Avrupa Birliği'ne girmeye karşıyız, girmemeliyiz" görüşünü programına koyan da yok. Bazı marjinal grup ve partiler dışında Türkiye'de Avrupa Birliği'ne tam üyelik hedefinin karşısında duran yok.
Ancak, son zamanlarda Avrupa Birliği'ni "kayıtsız şartsız" savunanlar, nedense bazen bazı partileri, bazen Türk Silahlı Kuvvetleri'ni, bazen bazı kişileri ve yazarları Avrupa Birliği'ne karşı, geleceği göremeyen, Türkiye'yi kendi içine kapatmayı düşünen, dar kafalı, bağnaz bir tavır almakla suçluyorlar. Bu suçlamayla karşılaşanların bazıları da onları neredeyse vatan hainliğiyle, vatanı satmakla suçlamaya başladılar.
Oysa her iki kesim için de tartışmaları bu denli sertleştirmeye gerek yok.
Gerekli olan sakin ve sağduyulu biçimde düşünmek, fikirlerini Türkiye'nin ulusal çıkarlarına katkıda bulunacak biçimde geliştirmektir. Bu tartışmalardan yapıcı ve olumlu sonuçlar çıkarabilmektir.
"Avrupa ne eylerse iyi eyler, ne isterse haklıdır" gibi bir yaklaşımla, Avrupa'nın iyi niyetinden hiç kuşku duymadan, Türkiye'de "acaba" diyen herkesi kötü niyetli diye damgalayıp mahkum etmek doğru değildir.
Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye dayattığı koşullar, öyle bir çırpıda kabul edilecek, gereği bir günde yapılacak türden hafif koşullar değildir. Türkiye'nin geleceğini, yapısını, temellerini çok yakından ilgilendiren koşullardır. Avrupa Birliği, bundan önce hiçbir ülkeye koşmadığı koşulları Türkiye'ye dayatmaktadır. Konu Türkiye olunca eşit ve adil bir yaklaşım göstermemektedir.
Türkiye'nin terör dahil çok önemli sorunlarında Ankara'nın ve Türk toplumunun yanında değil, sorunun karşı tarafında yeralmaktadır. Karen Fogg'un izlediği politika ve çabaları, bu gerçeği bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
Bu koşullar altında Avrupa Birliği ile müzakere ederek, onurlu, başı dik biçimde, eşit koşullarda birliğe girmeye çalışmak ve bunu savunmak kadar doğal ve haklı bir tutum olamaz.
"Siz Avrupa'dan daha iyi mi bilecekseniz" gibi bir mantıkla, "ne istiyorlarsa yerine getirelim" diyen teslimiyet esaslı bir politika, gelecekte Türkiye'nin karşısına yaşamsal sorunlar çıkaracaktır.
Avrupa Parlamentosu'nun, Ermeni soykırımı iddiasını kabul ettiği gün bile "Avrupa, Türkiye'yi Türklerden daha çok düşünür, treni kaçırmayın" diyebilmek akılla, mantıkla izah edilemez.
Kimsenin Avrupa Birliği'ne tam üyelik hedefine karşı olduğu yok.
Karşı olunan, dikkatsiz ve özensiz biçimde her istenileni emir kabul edip, Türkiye'nin ulusal bütünlüğünde, Cumhuriyetin temel taşlarında geleceğe dönük "delik" açılmasına neden olacak, "kayıtsız - şartsız" teslimiyet politikasıdır.
Kaldı ki, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girebilmek için büyük bir iyi niyet ve çabayla ev ödevini yapmaya çalıştığı gerçeği de kabul edilmelidir. Ancak, ev ödevini yaparken, evin temellerine kendi eliyle dinamit yerleştirmesi de beklenmemelidir...