Kopenhag’da ne oldu?
Canlı yayınlara ve zirveyi Kopenhag’da izleyen basın mensuplarının çoğunluğuna bakarsanız, Türkiye, "zafer" kazandı, "AB üyeliğini garantiledi".
Tek eksiği bir yıl gecikmeli bir tarih alması oldu! O kadar kusur kadı kızında da olurdu! Kıbrıs konusuna gelince de, yine aynı yayıncı ve yorumculara göre, KKTC büyük fırsat kaçırdı, Kıbrıslı Türk gençleri, Rumların sunduğu refah içindeki medeni dünyaya geçemediler!
Birincisinden başlayalım...
Kopenhag’da Türkiye için verilen karar, 2004 Aralık ayına randevu verilmesidir. Bu kararı "adaylığın kesinleşmesi" veya "giriş garantisi" olarak yorumlamak doğru değildir. Türkiye, AB üyeliğine zaten adaydır. Bu 1999 Helsinki zirvesinde kesinleşmiştir. 2003 içinde tarih almayı hedeflemiş olan Türkiye, iki yıl bekleyeceğini gösteren bir kararla karşılaşmıştır. Kopenhag kriterlerini yerine getirdiği halde, Türkiye’ye sonucu belirsiz bir randevu verilmesini garantili üyelik gibi görmek gerçekçi değildir. Kriterleri, beklenmedik bir hızla yerine getiren Türkiye’nin AB perspektifini korumuş olması kadar doğal bir sonuç yoktur.
Kıbrıs’la ilgili karara bakıldığında, ortadaki sonuç, Güney Kıbrıs’ın AB’ye alınmış olmasıdır. Bu yönüyle Kopenhag zirvesinde Türkiye ve Türk tarafının kazandığı bir şey yoktur. Ortada bir başarı varsa o da Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ındır. Ki, bu sonucu doğuran onlardan çok AB’nin genel yaklaşımı ve çok önceden verdiği karardır.
Bu kararı, "keşke Denktaş Annan planını imzalasaydı, Kıbrıslı Türkler de AB’ye girseydi" diye karşılamak kolaycı ve yüzeysel bir yaklaşımdır. Hele bu "keşke"leri, "1974 Harekatı yapılmamış olsaydı, KKTC kurulmamış olsaydı" noktasına kadar vardırmak, abesle iştigaldir. Bu mantık, "keşke İstanbul ve İzmir işgalden kurtarılmasaydı da, şimdi AB’ye girmiş olsalardı" demekle aynıdır. Kıbrıs sorununa, hiç ulusal ve stratejik yönü yokmuş gibi bakmak ve öne sürülen her koşulu kabul etmeye hatta üstüne vermeye hazır olmak, üzüntü vericidir. 1974 Kıbrıs Harekatı ve KKTC, Rumların Ada’nın tümünü işgale kalkışmaları ve Türklere karşı bir soykırımı adım adım gerçekleştirmeye yönelmelerinin sonucudur. 1974’ten sonra doğmuş olmak, bu gerçeği değiştirmez. Kıbrıs sorununun ulusal ve stratejik yönü vardır. Bu, ancak, Türkiye’nin ulusal ve stratejik çıkarlarını da bir tarih almak uğruna yok sayabilenlerce savunulabilir, nitekim de öyle yapılmaktadır.
Ayrıca, Kıbrıs sorununa adil bir çözüm bulabilmek ve AB perspektifini yitirmemek açısından süre vardır. Bu sürenin bitim tarihi de 28 Şubat değildir. AB’nin yeni on üyesinin AB ile anlaşma imzalayacakları l6 Nisan 2003 ve hatta yeni üyelerin birliğe katılacakları Mayıs 2004’e kadardır. Bu süreçte Kıbrıs’ta, Türk tarafının da çıkarlarını gözetecek adil bir çözüme ulaşmak mümkündür. Türkiye ve Türk tarafının eli de sanıldığı gibi çok zayıf değildir. AB, sınır ihtilafı olan Güney Kıbrıs’ı içine aldığında, önemli bir sorunu da almış olacaktır. AB’nin tercihi de bu sorunun çözülmüş olarak Kıbrıs’ın birliğe girmesiyse, bu Türk tarafının elini güçlendirir.
Türkiye’nin hedefi AB’ye girmektir. Türkiye, sabırla, gayretle bu hedef için çalışmalıdır. Ancak, bu süreçte ilerlerken, olumlu aşamaları AB’nin lütfu olarak görmek yanlıştır. Bunlar Türkiye’nin haklarıdır. Kopenhag’da Türkiye’nin hakkı verilmemiştir.
Ulusal sorunlara bireysel yaklaşmak, basit kalır. Devletlerarası ilişkiler, bireyler arası ilişkilere benzemez.