Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün İKÖ zirvesinde yaptığı ve Ankara'da sürdürdüğü çağrı Ortadoğu ülkeleri ve ABD açısından önem taşıyor.
Gül'ün İslam ülkelerine yaptığı "demokratikleşin, kadın - erkek eşitliğini sağlayın, çağdaş değerlere ulaşın ve bunu iç veya dış müdahale olmadan yapın" biçiminde özetlenecek önerisi, ABD'nin amaçlarıyla uyuşuyor mu?
ABD'nin Irak'a müdahalesi sürecinde dile getirdiği amaçlar anımsanacak olursa, bu soruya, "evet, uyuşuyor" yanıtı vermek mümkün. ABD, başta Irak olmak üzere Ortadoğu ülkelerine "demokrasi" getirmeyi, müdahaleyi bu amaçla yaptığını öne sürdü.
ABD'nin Irak'tan sonra İran ve Suriye'ye dönük sözleri de, Bağdat'la yetinmeyi düşünmediğini gösteriyor. Özellikle İran'la ilgili söylemini sıklaştırdı. Bu kez, "kimyasal kitle imha silahları" yerine, "nükleer silahlar" gerekçesini öne çıkarmaya başladı. İhtimal ki, ilerleyen aşamalarda "tam demokrasi" söylemini de ekleyecektir. Ardından diğer ülkeler de gündeme gelebilir.
Yine ihtimal yüksek ki, Gül, Ortadoğu ülkeleri için gelecekteki tehlikeyi gördü ki, şimdiden, dış müdahale olmadan demokratikleşin, kendinize çekidüzen verin, çağrılarını sıklaştırdı. Gül'ün dikkat çektiği bir nokta da dış müdahale ile doğal zenginlikler arasındaki bağ oldu. Irak'ın petrol kaynağı olduğu için dış müdahaleye muhatap olduğunu, kaynağı olmayanların ise iç çatışmalar nedeniyle rejim zorlamalarına uğrayabileceği uyarısında bulundu.
Gül'ün bu açılımı sadece Ortadoğu ülkeleri açısından değil, ABD açısından da anlam taşıyor. Türkiye'nin duruşunu ortaya koyması bakımından önemli. Ayrıca Washington'un Türkiye'ye bakışı açısından da...
Gül'ün bu önerileri ile Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın, Harp Akademileri'nde verdiği mesajlar bir arada değerlendirilince ABD açısından Türkiye'nin devre dışı bırakılmasının veya dayatma politikalarla baskı altında tutulmasının yanlışlığı daha iyi anlaşılıyor. Bunu Washington'un da anlaması gerekli.
Güçlüden güçsüze doğru asimetrik tehdidin uluslararası terörü ve terör ortamını besleyeceği saptaması dikkate alındığında, eğer gerçekten amaç demokratik Ortadoğu ise Türkiye örneği ve deneyiminin sadece askeri üs, coğrafya uygunluğu gibi görülmesinin eksikliği de ortaya çıkıyor.
Washington, Irak politikasını belirlerken de, uygularken de Ankara'ya danışmak, birlikte fikir üretmek yerine, kendi politikasını ekonomik ve askeri gücüne dayanarak dayatmayı yeğledi. Ancak, istediği sonucu alamadı. Ayrıca bir önemli çelişkiye de düştü. Bir yandan demokrasi getirmeyi hedeflediğini her fırsatta vurguladı, bir yandan Türkiye'ye bu konuda askerlerin liderlik etmesi beklentisinde olduğunu da açığa vurdu.
Şimdi Irak'ta yönetim oluşturmakta zorlanıyor. Demokrasiye geçmeyi tehlikeli görüyor. Sandığın sonucundan emin olamıyor. Diğer Ortadoğu ülkelerinin ABD'nin ne yapacağı ve nasıl bir sonuç alacağını merakla izledikleri ortada. Tepkisiz seyrediyorlar.
Bu sürece katkıda bulunabilecek tek ülke olarak Türkiye, tepki verebiliyor. Öneri geliştirebiliyor. Bunun diğer İslam ülkelerinden farklı olarak demokratik - laik rejiminden kaynaklandığı açık...
ABD'nin hala kırgınlık - küskünlük politikasıyla, Ankara'yı baskılamasının yanlışlığı her geçen gün daha çok açığa çıkıyor.
Her şey askeri güçle çözülemiyor.
ABD'nin, asimetrik tehdit yerine birlikte politika üretmesi, gelişmekte olan ülkelerin de tehdit algılamalarına saygı göstermesi ve savaşsız çözümler için işbirliğine yönelmesi gerekiyor.
Gül'ün açılımı ABD açısından bu anlama geliyor.