Cezaevlerinde sürdürülen ölüm oruçları ağır bir sosyal travmaya dönüşmüş durumda.
Ölüm orucunda yaşamlarını yitirenlerin sayısı 55'e, ölüm sınırında olanların sayısı 30'a çıktı. Yeni başlayanlarla birlikte ölüm orucu tutanların sayısı 500'e yaklaştı.
Ölüm oruçları sorunu çözülemedi.
Süre uzadıkça bir yandan ölenlerin sayısı artıyor, bir yandan konu gündemden düşüyor.
Oysa, ateş düştüğü yeri yakıyor.
Ölüm orucunda yaşamlarını yitirenler dahil halen eylemi sürdürenlerin yakınları, gazeteleri, televizyonları gezerek konuyu gündeme getirmeyi, cezaevlerindeki son durumu anlatmayı sürdürüyorlar.
Taleplerinin başında, devletin tutuklu ve hükümlülerle ve aileleriyle yeniden diyaloğa geçmeleri geliyor. Diyalogsuz ortamda oruçların yaygınlaştığını, ölümlerin arttığını belirtiyorlar. Kaygıları, sıcak yaz günlerinde su kaybının daha da artacak olmasından dolayı ölümlerin hızla çoğalması.
Adalet Bakanlığı bir diyalog içinde değil. Bakanlık, daha önce söz verildiği üzere yasal çalışmaların hızla tamamlandığını belirtiyor. İnfaz Yargıçlığı Yasası ile Terörle Mücadele Yasası'nın "tecrit" nedeni sayılan 16. maddesinin değiştirildiğini, izleme kurullarına ilişkin yasa tasarısının da Meclis Genel Kurulu'nda bulunduğunu anımsatıyorlar. Diyaloğa geçildiği dönemlerde tutuklu ve hükümlülerin çözüm üretmek yerine "pazarlık" yapmaya çalıştıklarını ve hiçbir koşulda eylemlerine son vermediklerini belirtiyorlar. Diyalogsuzluğun nedenini böyle açıklıyor.
Öte yandan aileler, yasal planda yapılan iyileştirici düzenlemelere karşın, cezaevlerindeki uygulamanın değişmediğinden yakınıyorlar. Önemli olanın yasal düzenlemelerle birlikte uygulamanın da değişmesi olduğunu vurguluyorlar.
Ölüm sınırında olan tutuklu ve hükümlülerin hastanelerde hala ayaklarının zincirle bağlandığını, aileleriyle görüşmelerinde zorluk çıkarıldığını; cezaevlerinde ise görüşme saatlerinde yapılan aramalarda ailelere aşağılayıcı muamele yapıldığını, her defasında iç çamaşırlarına kadar soyulduklarını, küçük düşürücü, hakaret niteliğinde sözlerle karşılaştıklarını ve şikayetlerine yönetimden yanıt alamadıklarını vurguluyorlar.
Tutuklu veya hükümlü olan çocuklarına giysi, ayakkabı, terlik, havlu gibi temel gereksinimleri ulaştıramadıklarını, hastaneye kaldırılan ağır durumdaki çocuklarının altlarını değiştirmek zorunda olduklarını, ancak zaman zaman buna dahi izin verilmediğini, ekonomik olarak da asgari gereksinmeleri karşılayacak durumdan giderek uzaklaştıklarını kaydediyorlar.
Eylemi sürdürenlerin tecrit, işkence ve kötü muamelenin durdurulması, görüşmelerine izin verilmesi, yaralı ve sakat kalanların tedavi edilmeleri talepleri bulunduğunu ve bu taleplerin karşılanması halinde ölüm orucu sorununun çözüleceğini belirtiyorlar.
Eylemlerin örgüt baskısıyla sürdürüldüğünü de kabul etmiyorlar. F tipi cezaevlerinde bu tür bir baskının kurulmasının mümkün olmadığını belirtiyorlar.
Daha önce de birkaç kez vurguladığımız gibi olayın ulaştığı boyut artık "haklılık - haksızlık" tartışmasının yapılacağı aşamayı çoktan geçmiş durumda.
Bu soruna acilen çözüm bulunması gerekiyor.
Soruna çözüm üretmek sorumluluğu her koşulda devlete düşüyor. Devlet olmanın gereği bu...
Diyalogsuzluk ve karşılıklı inatla bir çözüm üretilemeyeceği açık.
Ateş düştüğü yeri yakmaya devam ediyor...
Özay Şendir
‘Diyalektik bir şey’ olarak Lozan tartışması...
16 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Sosyolojik hatalar!
16 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Sanatçılar ‘Terörsüz Türkiye’ istemiyor mu?
16 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Krizler, görüşmeler ve sonuçları
16 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
İttifak’ta görüş ayrılığı çıkmadı
16 Mayıs 2025