Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün, dün yaptığı basın toplantısı, bir yandan Türkiye’nin duruşunu anlatan, bir yandan da ABD Başkanı Bush ve İngiltere Başbakanı Blair ile Kürt gruplara dönük yanıt ve mesajlar taşıyordu.
Org. Özkök’ün şu saptamasının belki çok daha önce siyasi liderlerce yapılması gerekliydi:
"Bu savaş bizim savaşımız, bu görev bizim görevimiz değildir."
Türkiye’nin durumunu ve duruşunu çok iyi özetleyen bu saptama, sorunun başlangıcında ve bu açıklıkla siyasiler tarafından ortaya konulsaydı, Türk - ABD ilişkilerinde bu kadar yalpalama olmazdı.
Başlangıçta olaya "bizim de savaşımızmış" gibi bir havayla yaklaşılıp arkası gelmeyince, Türkiye "günah keçisi" durumuna sokulmak istendi. Bir yandan ABD, diğer yandan İngiltere, Türkiye’yi, Türk halkını rencide edici bir üslupla konuşmaya, hatta tehdit etmeye başladılar. Paçalarından birçok çelişki sarktığı halde bunu yapmayı sürdürdüler.
Irak’taki savaşı, Güney Irak’ta karşılaştıkları zorlukları, Bağdat’ı bir yana bırakıp her gün Türkiye’ye yüklenmeyi iş edindiler. Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesinin yol açacağı felaketlerden söz ettiler. Bütün gayretlerini bu konuya yoğunlaştırdılar. Bir yandan bunu yaparken, bir yandan da Güney’de zorlandıkça, yeniden Ankara ile temasa geçmeyi yeğlediler. Ama kimse çıkıp ABD’ye ve İngiltere’ye sormadı:
"İkinci tezkere geçseydi Türk askeri, ABD ile birlikte ve belki ondan daha büyük biçimde Kuzey Irak’a girecekti. O zaman Türkiye’nin giriş gerekçesi vardı da, tezkere kabul edilmeyince mi ortadan kalktı? O zaman niye vardı da şimdi niye yok? O zaman Türkiye’ye güveniyordunuz da şimdi niye güvenmiyorsunuz? Sizin binlerce kilometre öteden Irak’a ve Kuzey Irak’a girmeniz için neden var da, bu topraklarda 30 bin kayıp vermiş Türkiye için niye yok?"
Bunları siyasilerimiz çıkıp açıkça sormalıydı. Türkiye’nin ve Türk askerinin ABD’nin ve ABD askerinin "yamağı" olmak için değil, kendi ulusal sorunları ve çıkarları için olayla ilgili olduğu belirtilmeliydi. Bu savaşın bizim savaşımız olmadığı ancak bizi ilgilendirdiği ve ikisi arasında önemli fark bulunduğu anlatılmalıydı. Türkiye’nin bilmem kaçı hibe kaçı kredi niteliğinde birkaç milyar dolar için kendisine biçilen işlevi gözü kapalı kabul edemeyeceği izah edilmeliydi. TBMM’nin ulusal kurtuluş savaşı yönetmiş bir Meclis olduğu ve onun kararı olmadıkça bu topraklarda istenildiği gibi at oynatılamayacağı hatırlatılmalıydı.
Aslında dikkatli okunduğunda bu ve benzeri mesaj ve yanıtları Org. Özkök’ün dünkü konuşmasında bulmak mümkün.
Örneğin Org. Özkök’ün şu sözleri:
"Şüpheci, haksız ve bazen de kırıcı söylemler Türk halkını derinden etkilemektedir. Denizler ötesinden kendilerine tehdit olduğunu söyleyenlerin aynı tehdidini hududun hemen ötesinde olduğunu söyleyen Türkiye’yi inandırıcı bulmamalarını anlamakta güçlük çektiğimi ifade etmek isterim...
Şayet bir gün işler kontrolden çıkarsa, dilerim bu dostlarımız, şimdi karşı çıktıkları hareketleri yapmamızı bizden istemek zorunda kalmasınlar."
Bush ve Blair, Türkiye aleyhine günlük demeçlerini vermeden bu sözler üzerinde düşünmelidir.
Org. Özkök, Türkiye’nin hangi hallerde Kuzey Irak’taki Türk askerinin takviye edileceğini de net biçimde ortaya koydu:
Kuvvetlerimize saldırı, büyük bir mülteci akını, bölge silahlı güçlerinin birbirine veya sivil halka saldırması...
Bu koşullardan birinin oluşması halinde Türkiye’nin kimseden izin almaya gerek olmadan hareket edecek hazırlıkları yaptığı bu şekilde ifade edilmiş oldu.
ABD ve İngiltere de Türkiye’ye karşı tavırlarını bu netlikte ortaya koymalılar. Bir yandan tehdit edip bir yandan yardım istememelidirler.