Bir sınıf mesafesi

30 Ocak 2022

Çocuklar, ergenliğe doğru adım attıklarında annelerini ve babalarını beğenmemeye başlar. Eğitimsiz bulur, eğitimli de olsa misal konuştuğu İngilizcenin aksanını beğenmez, bazen içine doğduğu sınıfla, okulda arkadaş çevresinin yaşadığı sınıf arasındaki çatışmanın ortasında kalıp gene ailesini eleştirir, bazen babasının giyinme tarzını bazen annesinin şivesini… Liste uzayıp gider. Yaşla birlikte, hayatı sökmeye başladıkça, hesaplaşmalara girer, anlamaya anlamlandırmaya başlar ailesini. Bu hem bir rahatlama hem de suçluluk duygusuna yol açar.

İşte bu hesaplaşmanın edebiyattaki en güzel örneklerinden biri olan, Fransız edebiyatının otobiyografik romanlarıyla bilinen yazarı Annie Ernaux’nun, çevirisini Siren İdemen’in yaptığı kitabı “Babamın Yeri” Can Yayınları’ndan yeniden yayımlandı geçen hafta.

Ernaux, öğretmenlik sınavlarını verdikten iki ay sonra 67 yaşındaki babasını kaybeder. İşçi kökenli olan annesi ve babası Seine-Martime bölgesindeki Y. yakınlarında sakin bir muhitte bir kafe bakkal işletmektedir. Baba bir yıl sonra işi bırakıp emekliye

Yazının Devamı

Yazarın sahte kimlikle imtihanı

23 Ocak 2022

Sinemanın sevdiği konulardan biri de, bir yazarın, yazacağı kitapla ilgili bilgi toplamak için kimliğini gizleyip belli bir gruba katılması. Sonu hiç değişmez, insanlar aralarına karışıp kendileriyle hemhal olan kişinin gerçek kimliğini öğrendiğinde kaçınılmaz bir kandırılmışlık duygusu hisseder. Bir süre onu affetmezler. Sonra iyi niyet karinesi gözetilerek işler tatlıya bağlanır.

Yazar olarak söylemem gerekirse, yazacağım konunun içine girmek için, onu bizzat deneyimlemenin faydalı olacağını düşünüyorum. Seray Şahiner de “Kul” romanındaki temizlikçi Mercan’ı yazmadan önce günlerce annesinin apartmanında merdiven silmişti. Mercan’ın o kadar gerçek bir karakter olmasında Şahiner’in çok iyi bir yazar oluşunun yanında bu deneyimin de büyük katkısı vardı hiç kuşkusuz. Şart mıdır? Hayır değil. Yazar, kendi düşün dünyasından çekip çıkararak da herhangi bir karakteri yaratabilir. Erkek yazarın kadın karakteri, kadın yazarın erkek karakteri yazarken yaptığı gibi. Ama karakteri bizzat giyinmek büyük

Yazının Devamı

Kadının adı Seçkin

16 Ocak 2022

Seçkin Selvi’nin adını ilk kez 20’li yaşlarımın başlarında duydum. Hayatıma büyük katkı yapan yazarların başında gelen Simone de Beauvoir’ın “Bir Genç Kızın Anıları” isimli kitabı sayesinde. Genç kız olmakla başa çıkmaya çalışırken hediye gibi gelmişti bu kitap bana. O kadar güzel bir dili vardı ki, sadece anlattıklarına değil dilin lezzetine de kapılıp gidiyordum her satırda. Çevirmeni Seçkin Selvi’ydi. Sonraki yıllarda Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık”ı başta olmak üzere çok sayıda çevirisini okudum. Türkçenin başına gelen en iyi şeylerden biri olan Seçkin Selvi, kitaplarla kurduğum ilişkide sağlam bir dil köprüsü oldu.

30’lu yaşlarımın başında bu kez tiyatro eleştirmeni olarak karşıma çıktı. Milliyet Sanat dergisinde. Ben sanat gazeteciliğinin heyecanıyla ayakları yerden kesilmiş genç bir muhabirdim dergide. O ise 20 yılıdır tiyatro eleştirileri yazıyordu Milliyet Sanat’a. Editör olduğumda kendisiyle tanışma şansını yakaladım.

Tek bir virgülüne dahi dokunmadığım

Yazının Devamı

Bana Bergman verin tüm vizyon sizin olsun!

9 Ocak 2022

Bir süredir korona nedeniyle uzak kaldığım sinemayla yeniden buluşmanın keyfini sürüyordum. Genelde seçtiğim salonlarda ya hiç kimse olmuyordu ya da en fazla birkaç kişi… Ne var ki bu hafta Omikron vakalarındaki artıştan sonra her ne kadar iki Sinovac, üç Biontech olduysam da, sinemaya gitmeye cesaret edemedim. Neyse ki bu duruma karşı bir alışkanlığım var. Ben sinemaya gidemiyorsam sinema eve gelir, biliyorum. Çeşitli platformlarda izleyecek film ararken, MUBI’de Ingmar Bergman’ın Oda Üçlemesi’nin son filmi olan “Sessizlik” (Tystnaden, 1963) ile karşılaştım. İlk iki filmi “Aynadaki Gibi” (Såsom i en Spegel, 1961) ve “Kış Işığı”nı (Nattvardsgästerna, 1963) daha önce izlemiştim. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Bana Bergman verin, bütün vizyon sizin olsun!

Evimin sessizliğinde difüzörden yükselen bergamot kokuları içinde filmi izlemeye başladım. Ben her bir Bergman filmiyle, insan ruhunun yeni bir kapısını daha araladığı için heyecan duyanlardanım. Sinemanın filozof psikiyatrı acaba bu defa ne

Yazının Devamı

Ozon sizin bakışınızı nasıl etkileyecek?

2 Ocak 2022

Psikoloji yüksek lisansı sırasında Gelişim Psikolojisi dersinde ‘ölüm’ konusunu işlerken sınıfın orta yerine bomba gibi düşmüştü şu soru: Çok sevdiğiniz hasta bir yakınınız hayatına son verilmesini isterse ne yaparsınız? Ötanazi! Daha önce de üzerinde düşündüğüm bir soruydu ve cevabım netti. İzin vermem. Ama çok acı çekiyor ve böyle yaşamak istemiyor. Olsun yine de hayır. Dini referanslar nedeniyle verdiğim bir cevap değildi bu. Bana göre çektiği acıdan doğru karar vermekte zorlanan birinin bu isteğini yerine getirmek, küçücük de olsa iyileşme ihtimali varsa, değil mi ki bir umut hep vardır, onun gelecekteki yaşamına kast etmek olurdu. Bir de gözümden sakındığım birinin ölümünü izlemek? Yok demiştim bu çok acı. Yaşı benden hayli küçük olan Ebru “Sen bencilsin” dedi: “Sevdiğini kaybetme korkusuyla, sırf sen çok acı çekeceksin diye onun acı çekmesini izlemeyi tercih ediyorsun”. Ona yine sağlık ihtimali, yaşama umudu diye uzun uzun anlattım ama ikna

Yazının Devamı

“İşimiz bu, yaşamak”

26 Aralık 2021

Yılın son pazarı bugün. Bir kişisel hesaplaşma yapmanın tam zamanı. 2021 hayatımın köşe taşı yıllarından biri oldu. Üzerinde “yaşlılık tahsis numarası” yazan bir kartım var artık. Emekli oldum evet. Devletin ilgili makamlarında yaşlı sayılıyorum. Ama niyeyse güleceğim tutuyor bu sıfatı kullanırken. Kaldı ki, işimi bırakmadım. Sadece önümüzdeki yıl 50 yaşına girecek olan Milliyet Sanat dergisine daha çok vakit ayırmak için, diğer yöneticilik görevlerimi son derece başarılı gazeteciler olan arkadaşlarıma devrettim.

Uzun yıllar çalıştığım Haftasonu Ekleri’ni titizliğiyle, çalışkanlığıyla, gazetecilik refleksleriyle çok takdir ettiğim Sanem Özyürek hazırlıyor artık. 26 yıldır çalışanı olmanın gururunu taşıdığım Milliyet gazetesinde çok uzun zaman kültür sanat alanında çıkan ekleri ve gazetenin sanat sayfasını yönettikten sonra bugün o görevleri Efnan Atmaca yürütüyor. Ben de onun hazırladığı bu şahane kültür sanat ekinde “Bir Kahve İçimi” adlı köşemi yazmaya devam ediyorum.

Efnan

Yazının Devamı

Taksi şoförleri için hediye kitap

19 Aralık 2021

Araba kullanmayı hiç sevmedim. Yol ve yön bilgimin yetersizliği, park yeri ve park etme sorunları, bakımı, benzini derken hiç kapanmayan bir masraf kapısı olması… 5 yıl dayanabildim. O süreçte o beni değil, ben onu taşıdım sanki. İş yerimin eve 10 dakikalık mesafeye taşınmasıyla birlikte, ilk iş kendisini sattım. 10 yıl önceydi. “Bütün taksiler benim, şehrin istediğim yerine sorunsuzca gidebilirim” dediğimi hatırlıyorum. O günlerde onlarla ilgili en büyük sorun şehre yağmur yağdığında taksi bulamamaktı. Bir de değişim saati diye yolcuyu almayan şoförler. Bunlara da katlanabiliyordum doğrusu. Fakat her geçen yıl, taksilerle yaşadığım sorunlar artmaya başladı. Taksi dediğime bakmayın. Taksi şoförlerini kast ediyorum. Pandemiyle birlikte taksi bulamamak en büyük korkum hâline geldi. Koronavirüs korkusuyla toplu taşımaya cesaret edemeyenler, taksiye talebi artırdı. Taksi sayısının yetersizliğini de ekleyince taksiler bulunmaz Hint kumaşı haline geldi.

Taksiye binmem gerektiğinde içimi bir sıkıntı kaplıyor. Ya bulamazsam? Çoğunlukla bulamıyorum zaten. Yol

Yazının Devamı

İhtiyaca binaen sevmek

12 Aralık 2021

Erich Fromm, “Sevme Sanatı” adlı kitabında şu soruyu sorar: “Bir kişiyi ihtiyacımız olduğu için mi severiz yoksa sevdiğimiz için mi ona ihtiyaç duyarız?” Ridley Scott’ın İtalyan moda devi Gucci Ailesi hakkındaki biyografik filmi “House of Gucci”de Patrizia Reggiani, kocası Maurizo Gucci’ye her “Seni seviyorum” dediğinde bu soruyu düşündüm. Patrizia, bulaşıkçı bir annenin kızı. Babasını hiç tanımıyor. Büyük yoksullukların ardından annesinin bir kamyon işletmecisiyle evlenmesi üzerine refaha kavuşuyorlar. Bu ön bilgiyle bakınca, çocukluğu yoksulluk ve sefaletle sınanmış bir genç kız var karşımızda. Yokluk bilinci fazla yüksek. Yapacağı evlilik, standartlarının altında olmamalı hatta üstüne çıkmalı; ama bu da yetmez, bir de ‘isim’ lazım. Bilinen ünlü bir aile ismi. Bunlar Patrizia’nın ihtiyaçları. O yüzden gittiği bir partide Gucci Ailesi’nin üçüncü kuşak ismi genç ve naif bir hukuk öğrencisi olan Maurizo Gucci ile tanıştığında

Yazının Devamı