Afife Jale’nin bir mezar taşı olmasın mı?

15 Ocak 2023

Her ne kadar Selahattin Pınar “Nereden sevdim o zalim kadını” dese de, bütün mezalimi kendineydi Afife Jale’nin. Sahneye çıkan ilk Müslüman kadın sıfatıyla açtığı çığırda ilerlemesine izin verilmediği için uyuşturucu maddelerden medet ummuş, dayanılmaz acılarla dolu hayatına yön verememişti. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde 23 Temmuz 1941’de öldüğünde bir at arabası çağrılmış, tabutu arabaya yüklenip mezarlığa gönderilmiş, cenazesi beş kişilik bir cemaatle kaldırılmıştı. Ölümünün üzerinden 80 yıl geçmesine rağmen mezar yeri hakkında çeşitli varsayımlarda bulunuldu ama hiçbiri üzerinde bir fikir birliğine varılamadı. Türk tiyatrosunun en önemli kadınının bir mezar taşı bile olmadı, birilerinin gelip başında dua okuyacağı, anma etkinliklerinin düzenleneceği… Afife’nin hayattayken nasıl yalnız bırakıldığını gösteren bir sır gibi kaldı mezar yeri. Ta ki 2018 yılında Osmanlı Ermeni Tiyatro Tarihi araştırmacısı Boğos Çalgıcıoğlu, bu konuyu araştırmaya karar

Yazının Devamı

Hayat genişleten sergi

8 Ocak 2023

Ortaköy’de köprünün dizinin dibine kıvrılmış bütün zarafetiyle oturan tarihî Kethüda Hamamı’nda yeni yılın ilk büyük sergilerinden biri açıldı bu hafta. Horoz Lojistik’in 80. yılı vesilesiyle küratörlüğünü Sanatatak kurucusu, eleştirmen Ayşegül Sönmez’in üstlendiği “Time is LOVE; Bir Dünya Gezisi Sahnesi”.

Zaman netameli bir kavram. Üzerine yüklenen çok sayıda anlam ve sıfat var. Kaliteli zaman, her şeyin ilacı zaman, zaman yönetimi, hızla akıp giden zaman, geçmek bilmeyen zaman, boşa harcanan zaman, zamana bırakmak. O kadar çok hayatımızın içinde bir kavram ki. Sürekli ona uyumlanmaya çalışıyoruz. ‘Zamanın ruhu’ tabiri de buradan geliyor. İnsanların dönemine göre oluşturduğu ortak değerler bütünü. Kendine uyum sağlayamayanları dışlama özelliği var. Zamanın ruhunu yakalayabilmek için inanılmaz bir telaş ve koşuşturmaca içindeyiz. Peki ya ‘ruhun zamanı’? Başka ruhlarla benzerlik taşısa da bize ait ve biricik olan. Onunla

Yazının Devamı

1 Ocak’ı nasıl alırsınız?

1 Ocak 2023

Üniversiteyi bitirene dek, her 1 Ocak’ta kendimi yabancı bir evde yaşamaya başlamış gibi hissettim. Yeni yıla alışmam zaman aldı. Eski yılın (evin) acı tatlı hatıralarını kendimle birlikte taşıdığım yeni yılda (evde) ilk bir ay epey zorlanırdım. Aslında aralık ayının ikinci yarısıyla birlikte tatlı bir telaş başlardı. Kırtasiyeci Kör İhsan’a gider, simli kartpostallar seçer, onları büyük bir özenle yazıp postaneden gönderirdim sevdiklerime. Okulda yılbaşı kutlamaları yapılır, hediye kuraları çekilir, yıl bitmeden arkadaşlar arasında dağıtılırdı. 31 Aralık’a günler kala annemin mutfağında, onun bereketli yeşil elinin lezzetiyle kuşatılmış bir yemek yapma şöleni başlardı. Yılbaşı akşamı, bütün bir yıl sadece misafir geldiği zamanlar için bekletilen odanın kapıları açılır, babam şöminede odunları tutuşturur, aile fotoğrafları çekilir, ortaya büyük bir sofra kurulur, annemin cennet taamı yemekleri büyük bir nizam içinde arzı endam ederdi.

Yemekten sonra kuru yemişler, boy boy meşrubatlar ve babamın viski şişesi masadaki yerlerini alırdı. Tombala

Yazının Devamı

Dergiciliğin büyük sınavı

25 Aralık 2022

Geçtiğimiz çarşamba Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat Kulübü’nün düzenlediği “Çağımızda Dergiciliğin Dönüşümü: Basılı ve Dijital Yayıncılık” paneline katıldım. BÜ Edebiyat Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Fatih Altuğ’un moderatörlüğündeki panelde Milliyet Sanat dergisini temsilen ben, Punctum dergisinin yayın yönetmeni Cana Bostan ve Ecinniler dergisi ekibinden Çağla Çinili ve Tunca Çaylant konuşmacı olarak yer aldık. Saat 6’da başlayan panele Boğaziçi Üniversiteli öğrenciler yoğun katılım gösterdiler. O saatte program yapmak adına birçok seçenekleri varken, olmak istedikleri yer ve seçtikleri konu, dert edindikleri kavramlar açısından iyi bir fikir veriyor. Şahane gençler. Pırıl pırıllar. Organizasyon ekibinden İrem’le panel öncesi uzun bir edebiyat sohbeti yaptık. Hayran kaldım bilgisine ve görgüsüne. Yeni bir yıla girerken, sürekli eleştirilen Z kuşağına duyduğum umut arttı.

Sadece öğrenciler değil, diğer

Yazının Devamı

Zanaatla sanatın büyük aşkı

18 Aralık 2022

İlk duvar halıları 14. YY’a tarihleniyor. Avrupa kiliselerinde ve saraylarda dekoratif amaçla kullanılıyor. Aristokrasinin önemli göstergelerinden biri. Güce ve zenginliğe ait semboller bu halılarda yerini alıyor. Sanayi devrimiyle birlikte 500 yıl süren etkinliğini kaybediyor. 19. YY’ın sonunda “Sanat ve Zanaat” hareketiyle yeniden canlanıyor. Sanatçıların ilgisini çekmeye başlıyor. Tablolarını duvar halısı olarak dokutmaya başlıyorlar. Picasso, Braque, Matisse, Leger, Miro, Braque gibi sanatçılar bu akımın başını çekiyorlar.

Türkiye’deki duruma bakacak olursak, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Zeki Faik İzer’in katkılarıyla şekilleniyor duvar halısının sanat nesnesi olarak varlığı. İlk girişim ise Özdemir Altan’dan geliyor. TRT İstanbul Radyosu Konser salonu fuayesi duvarlarını süslemek için açılan yarışmanın ardından Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’na devam ederek kilim dokumayı öğreniyor. Özdemir Altan’ın “Çağdaş Müzik Üç Antik Anadolu Kralı” (340cmx700cm) ve

Yazının Devamı

Arlin Çiçekçi adını not edin derim

11 Aralık 2022

Mesleğimin en güzel yanlarından biri de, ilk sergilerine, ilk rollerine, ilk kitaplarına ya da ilk albümlerine tanık olduğum bazı sanatçıların, yıllar içinde alanının en parlak yıldızlarından biri olduğunu görmek. Kariyerini adım adım izlemenin keyfini sürmek. Seray Şahiner’in ilk kitabı “Gelin Başı”nı okuduğumda, yıl 2007’ydi, nasıl heyecanlandığımı, yayınevinden Şahiner’in telefon numarasını aldığımı arayıp uzun uzun tebrik ettiğimi bugün gibi hatırlarım. Ben unutsam bile sevgili Seray her gördüğünde hatırlatır bana, o gün o tebrikten payına düşen sevinci. 15 yıl geçti aradan. Seray Şahiner, bugün Türk edebiyatının en görkemli kalemlerinden biri. Kalemine sevgim de saygım da sonsuz. Kalbine de. Gelecek 10 yılını düşündüğümde ise içim içime sığmıyor. Kim bilir nasıl şahane kitaplar okuyacağız ondan.

Aynı heyecanı bugünlerde, bir başka yazarda yaşıyorum: Edebiyatımızdaki gümbür gümbür ayak seslerini olanca netliğiyle duyduğum Arlin Çiçekçi. İlk kitabı geçtiğimiz yıl çıkan

Yazının Devamı

Kitap, güneş ve ben, bahtiyarım!

4 Aralık 2022

Hayattaki en büyük şanslarımdan biri ‘okur olmak’ bana göre. Kitapların dünyasında bir yolcu. İlk yoldaşım Cin Ali’den bu yana nice karakterle el ele aldım bu yolu. Hiç bilmediğim şehirlere gittim, okyanuslar aştım, 100 yıl yaşasam tanık olamayacağım olayların içinde buldum kendimi, sosyal medyada milyarlarca kişiyi takip etsem öğrenemeyeceğim ‘insana dair’ bilgilerim oldu, benzersiz Türkçe kreasyonları izledim, hayran kaldım… Bu liste uzar gider. Bu nedenle de hep şanslı addettim kendimi. Okumanın meta’sı kitapla ilişkim de hep çok özel oldu. Evimin en güzel yerinde ağırladım onları, bir kitapçıya girdiğimde, dizildikleri raflardaki sırtlarını sevgiyle sıvazladım, kokularını içime içime çektim.

Bir ömür boyu sürecek bir aşka düştüğümü ilişkimizin ilk yıllarında fark ettim. Bu ilişkinin üstüne titredim. “Yazmak” gibi de bir sürprizi oldu bana. Onun hikâyesi ise bambaşka. Ama şunu itiraf etmeliyim, okur kimliğimi yazar kimliğimden daha çok sevdim. Okur olmak daha

Yazının Devamı

Kadına şiddet karanlığı

27 Kasım 2022

Rakel Dink’in Hrant Dink’e veda konuşmasındaki iki cümle dinlediğim gün hafızama kazındı. Hiç unutmadım: “Katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.” Hayatımda duyduğum en ağır cümleler arasında 15 yıldır ilk sırada yer alıyorlar. Başka biri söylese, burun kıvırabilme, hatta o acıyla katili mi aklıyor diye düşünme ihtimalimiz var. Ama kocası, alçakça, vicdansızca katledilmiş bir kadının dilinden dökülünce başka bir okuma yapmak gerekiyor. İnsanın canı pare pare yansa da, her birimizin masum birer bebek olarak dünyaya geldiğimiz gerçeği değişmiyor. Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamamız gerekliliği de. Dink’in cümleleri bir insanın canını almanın affedilmezliğini tartışmıyor, ‘bebekten katil yaratan karanlığı sorgulama’ konusunda cesur bir hesaplaşmaya davet ediyor.

Bu hafta, MUBI’de Ceylan Özgün Özçelik’in “13+”, “15+” ve “18+” filmlerinden oluşan Cadı

Yazının Devamı