Aday ülkelere ilişkin her yıl değerlendirmeler yapan Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, bu yılki Türkiye Raporu’nu paylaştı. Söz konusu raporda yapıcı vurgular yer alıyor.
Avrupa Komisyonu, her yıl olduğu üzere, Avrupa Birliği’ne (AB) aday ülkeler için hazırladığı yıllık ülke raporlarını paylaşırken, Türkiye’ye ilişkin değerlendirmelerde ılımlı ifadeler dikkat çekti.
Komisyonun Türkiye’ye yönelik bu yılki raporunda dikkat çeken unsur, kullanılan dil. Nitekim raporda, önceki yıllara kıyasla eleştiriler göz ardı edilmeden daha ılımlı ve daha yapıcı bir ton göze çarpıyor. Örneğin rapor, Türkiye’nin, müzakere sürecinde açılan 22 başlıkta ilerleme kaydettiğini belirtiyor. Bazı alanlarda küçük, bazı alanlarda ise daha belirgin ilerlemelerin olduğu not edilirken, eleştiri içeren ifadeler daha ılımlı bir şekilde kaleme alınmış.
Ekonomi vurgusu
Bununla birlikte Türkiye ile 11 fasıl başlığında kayda değer bir ilerleme sağlanmadığına da işaret ediliyor. Temel hak ve özgürlüklerin yanı sıra Kopenhag kriterleri
Bir başak burcu olarak mükemmeliyeti sevdiğimi, düzenden hoşlandığımı kabul ederim. Bilime olan ilgimden dolayı, denklemi tutturana kadar inatçı bir yanım olduğu da söylenebilir. Ancak kişisel olarak herhangi bir takıntım yoktur. Bu yüzden geçen hafta ‘Kuzuların Sessizliği’ filmine atıfta bulunmam gibi, bu hafta da Çek yazar Milan Kundera’nın ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ romanını ve uyarlanan filmi hatırlatmam bir takıntının eseri değil. Sadece, dış politikada yaşanan olaylar ve şahit olduğumuz gelişmeler ile bazı hikayelerinin örtüşmesi veya düşündürmesinden kaynaklanıyor.
Kundera ünlü eserinde varoluşun ağırlığı ve hafifliği arasındaki ikilemi işliyor. İnsanın bireysel özgürlük, etik değerler ve hayatın anlamına dair sorgulamalarına da ışık tutuyor. Kundera, romanda tasvir ettiği cerrah Tomas, eşi Tereza, Tomas’ın sevgilisi ressam Sabine ve Sabine’in sevgilisi Cenevreli entelektüel Franz karakterleri aracılığıyla insanın tercihlerini ve bu tercihlerin sorumluluğuyla nasıl başa çıktığını anlatıyor. Bunu yaparken
Başlıktan yola çıkarak, Avrupa Birliği (AB) ile yönetmenliğini Johathan Demme’nin gerçekleştirdiği, Jodie Foster ve Anthony Hopkins’in mükemmel performanslarıyla Oscar’a layık görülen ‘Kuzuların Sessizliği’ filminin alakasının ne olabileceğini pekala düşünebilirsiniz. İlk bakışta da haksız olmayabilirsiniz. Teşbihde hata olmaz derler. Rusya-Ukrayna savaşı ve Ortadoğu’da yaşanan katliamlar ile Hannibal’in sapkınlıkla işlemiş olduğu cinayetler arasında fazla ilinti de yok. Ancak unutmamak gerekiyor ki AB, Çarşamba gününden itibaren, üç gün süren uzun ve çok ‘içerikli’ bir zirve gerçekleştirdi. Zirvenin gündeminde Rusya-Ukrayna savaşı, Ortadoğu’daki son gelişmeler, Venezuela, Fas, Gürcistan’la ilişkiler, Sudan, Haiti ve düzensiz göç gibi konular yer alıyordu. Yüksek enerji fiyatları ile rekabet politikaları da cabası. Testosteron egemen dış politikada ‘genç’ AB varolduğunu kanıtlamak ve kendini göstermek için önemli bir fırsatı daha kaçırdı
Başlıktan da görüleceği üzere, bu hafta transatlantik toplulukta ilginç gelişmeler yaşandı. Ezber bozucu değişiklikler olduğunu söyleyebiliriz. İlk “gelişme”, aslında ABD’de devam eden başkanlık yarışında yaşanıyor sanki. Zira bir aralık Donald Trump’ın önünde görünen Demokratların adayı Kamala Harris, kamuoyu araştırmalarında yeniden geriye düştü. Üstelik seçimlere 23 gün kala.
Öngörüldüğü üzere Hollywood ve ABD’nin Bubo olarak da tarif edebileceğimiz burjuva/bohem topluluğu, Harris’i köpürtmeyi başardı. ABD kamuoyu nezdinde tanınır hale getirdi. Hatta Harris, Trump’la televizyonda gerçekleştirdiği açık oturumda da üstün gelmesini bildi. Öyle ki, Trump bir daha Harris ile televizyona çıkmayacağını açıkladı. Ancak Harris’in sorunu içerik. Zira Trump’ın söylemlerine cevap vermekle yetinen Harris’in kararsız seçmeni cezbedecek söylemi, projesi yok. Oysa ABD’deki kararsız seçmen, Demokratların mek parmak sağında,
1990’lı yılların sonundan bu yana belleklerde sadece kaygıyla anılan tarihler yer edinmiş durumda sanki. Oysa kuzey yarıküre için 1980 ve 1990 yıllarının başında neşe ve şenliklerle anılan, zaman zaman da unutulan tarihler yok değildi. Örneğin 8 Aralık 1987’de, ABD Başkanı Ronald Reagan ile dönemin Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov’un orta menzilli nükleer füzelere son vermek amacıyla imzaladıkları anlaşma çok önemliydi, hatta tarihte bir dönüm noktasıydı. 2-3 Aralık 1989’da Malta’da düzenlenen zirvede zamanın ABD Başkanı George H.W. Bush ile Gorbaçov’un Soğuk Savaş’ın sona ermiş olduğunu resmen ilan etmeleri belleklerde yer etmiş bir başka milat. Keza 9 Kasım 1989 tarihinde Berlin duvarının yıkılması, 3 Ekim 1990’da Almanya’nın birleşmesi gibi her biri bir nevi Türkiye’nin 29 Ekim’i, Belçika’nın 21 Temmuz’u, Fransa’nın 14 Temmuz’u veya ABD’nin 4 Temmuz’u gibi dünya tarihinde hem şenlik ve neşeyle anılan özel dönemler, hem de uluslararası ilişkilerde önemli birer
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, her yıl olduğu üzere, bu yıl da çok ilginç ve dikkat çekici konuşmalara sahne oldu. Zira Avrupa, Ortadoğu ve Asya-Pasifik açısından son derece önemli ipuçları elde etmedik değil. Şayet konuşmaların şematik analizini yaparsak, Rusya-Ukrayna savaşı ile Ortadoğu’da olası gelişmeler ve karşılıklı stratejiler konusunda bulanık görünen durum biraz daha aydınlanabilir.
Ortadoğu’da Fil ve Vezir, Şah’ı koruyor. Ortadoğu’daki satranç tahtasında, bir tarafta İran ile taşeronları Hizbullah, Hamas ve Husiler var. Diğer yanda da İsrail. 7 Ekim 2023’de İran’ın Fil’i Hamas, İsrail’e saldırdı. 8 Ekim sabahı da hamle İsrail’den geldi. Gazze’de adeta kristal dükkanındaki Fil gibi davranan İsrail, her yeri yerle yeksan etti. İlk başta şuursuz gelen bu hamle, daha sonra bir stratejiye oturtuldu. İsrail, Gazze’nin güneyinde ve ortasında iki kulvar oluşturdu. Bu iki kulvar sayesinde de dilediği vakit Gazze’ye girip sınırlı alanda operasyon yapma kapasitesine erişti.
Pezeşkiyan’ın konuşması
Fil’i
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen (VDL), ikinci kez başkanlık koltuğuna oturdu ama, 9 Haziran’daki seçimlerden bu yana geçen 11 haftada ancak kendisiyle birlikte görev alacak sair Komisyon üyelerinin isimlerini belirleyebildi. Bu kişilerin şimdi Avrupa Parlamentosu’nun (AP) onayını almaları gerekiyor. Her şey yolunda giderse, Aralık başında göreve gelecekler. VDL isimlerin seçimi ile görev dağılımında üç hususa dikkat etti. Birincisi 9 Haziran AP seçimlerinin neticeleri ve seçmenin verdiği mesaj. Nitekim AB seçmeni Komisyon’un düzensiz göçe daha fazla önem vermesini ve AB’ye yasadışı göçmen akınlarını durdurmasını istedi. Seçmenin ikinci mesajı da AB’nin yeniden rekabet gücüne sahip olması. Zira AB, teknoloji ve savunma alanlarında, ABD, Çin, Japonya ve Kore gibi ülkelerin gerisine düşmeye devam ediyor.
Nitekim Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte AB’nin savunma sanayisindeki eksiklikleri de ortaya çıktı. Teknolojik açıdan ABD düzeyinde olmasa bile, fena değil, ancak üretim
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen (VDL), yeni komisyon üyelerini tanıttı. VDL, dengeli ve seçmenlerin beklentilerini göz önünde bulunduran bir liste hazırlamaya çalıştı. Zira AP seçimlerinde seçmenler, Avrupa Birliği’nin (AB) düzensiz göç, savunma, güvenlik ve Avrupa’nın dünyadaki konumunun canlandırılmasını talep etmişti. VDL, bu çerçevede Avrupa Komisyonu tarihinde ilk kez savunma ve uzaydan sorumlu bir üye atadı. Yasadışı göç konusundaysa Avusturyalı Magnus Brunner ile Hırvat Dukravka Suica’yi atadı.
Türkiye’yi yakından ilgilendiren görevlendirmeler arasında, kuşkusuz genişleme komiseri var. Macar Oliver Varheyli’den boşalan koltuğa Slovenyalı eski diplomat Marta Kos’u oturtacak VDL, genişleme politikaları konusunda tecrübeli, bölge ülkelerine yakın bir ismi uygun gördü. Türkiye’yi yakından tanıyan Slovenya’nın, Türkiye’nin AB üyeliğine sıcak bakması da Kos’un olumlu bir atama olarak değerlendirilmesini sağlıyor.
HEM OLUMLU HEM OLUMSUZ!
Güney Kıbrıs