Türk Dışişleri Bakanlığı, NATO Sekreterliği ve özellikle askeri kanadı, kısaltmaların yoğun kullanımıyla bilinen kurumlar arasında yer alıyor. Bu listeye Avrupa Birliği kurumlarını da ekleyebiliriz. Bu kurumlarla ilgilenen ya da buralarda çalışan kişilerle sohbet ederken kullandıkları kısaltmaları anlamıyorsanız, konuya hâkim olmadığınız düşünülebilir. Örneğin AKKA (CFE), OPS, PASP, DASG, PDD, TAXUD, REGIO, NEAR, EEAS, HRVP gibi ifadeler, kimi zaman anlaşmaları, kimi zaman kurumları, birimleri ya da politikaları ifade ediyor. Diplomasiyle ilgilenen gazeteciler de Türk Dışişlerindeki kısaltmalara aşinadır: UGGM (Uluslararası Güvenlik Genel Müdürlüğü), USGY (Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı), BAGY (Balkan Genel Müdür Yardımcılığı) gibi. Daha eski kısaltmalara aşina olanlar ise BÖZM, BÖZK, MÖZM veya OPANDAT’ı , hatta MAAY’ı hatırlayabilir. Bu kısaltmalar, kurumların iç yapısını ya da yürüttükleri politikaları zaman zaman da anlaşmaları özetleyen birer işaret gibidir.
Bu bağlamda, NATO Dışişleri Bakanları toplantısında NATO Genel
Bu yılın son NATO Dışişleri Bakanları toplantısında ana gündem, savunma stratejileri ve silahlanmaydı.
Nitekim toplantıda, olası barış müzakerelerinde Rusya karşısında güçlü şekilde masaya oturabilmesi için Ukrayna’nın müttefiklerce silahlandırılmaya devam edilmesi gerektiği konusunda anlaşıldı. Ayrıca, 20 Ocak’ta koltuğuna oturacak ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump’ın önem verdiği müttefiklerin savunma harcalamalarına ilişkin beklentilerin karşılanması gerektiği de kaydedildi.
Toplantı öncesinde konuşan NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, ABD’nin, müttefiklerin gayrisafi yurt içi hasılalarının (GSYH) yüzde 2’sini savunma harcamalarına ayırmaları gerektiği yönündeki beklentisinin artık tavan değil, taban olarak görülmesi gerektiğini hatırlattı. Savunma sanayiinin önemine vurgu yapan Rutte, bu alanda müttefikler arasında ortak bir strateji geliştirilmesi gerektiğine dikkat çekti. Finlandiya Dışişleri Bakanı Elina Valtonen, NATO üyeleri arasında savunma sanayi konusunda “tek pazar” oluşturulması gerektiği fikrini
Ukrayna-Rusya savaşı kritik bir dönemeçte. Donald Trump’ın yeniden ABD başkanı seçilmesi ve Moskova’nın Kiev’i ilhak etme planları cephede hareketlilik yaratıyor. Rusya, müzakere masasına güçlü oturmak için saldırılarını artırıyor. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, NATO üyeliği karşılığında kaybedilen toprakları bırakmaya razı olabileceğini ima ediyor. Trump ise eski general Keith Kellogg’u danışman olarak atayıp, Ukrayna’yı silah yardımı karşılığında barış masasına zorlanacağını duyurdu. Önerilen anlaşma, Ukrayna’nın NATO dışında kalmasını garanti edebilir. Ancak, ABD’nin Asya’ya odaklanması Rusya’nın Avrupa’daki emellerini engelleyemeyebilir.
Silah değil bisiklet yolu
Avrupa’nın toplam 17 trilyon dolarlık zenginliği, savunmaya değil sosyal harcamalara yöneliyor. Halk, silah yerine bisiklet yolları ve çevre yatırımlarını tercih ediyor. Bu yaklaşım, kıtayı savunmasız bıraktı. Süreci tersine çevirmeye yönelik sözler var, ancak eylem yok. Hatta öyle ki, Almanya, Fransa, Belçika, İsveç, Finlandiya
Bu pazar, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı kullandığı yeni silah olan Oreşnik’i ele almak gerekebilirdi belki. 21 Kasım’da Moskova, bu çok başlıklı, bağımsız olarak hedeflenebilir balistik füzeyi (MIRV) ilk kez kullandı. Bunun ardından Ukrayna, NATO-Ukrayna Konseyi’ni olağanüstü toplantıya çağırdı. Bilimsel adı 9M729 olan Oreşnik, taşıdığı özelliklerle dikkat çekiyor. 16 bağımsız savaş başlığı taşıma kapasitesine sahip olan bu füze, ses hızının 10 katı bir hıza ulaşıyor. Ancak bu hız, NATO’nun mevcut hava savunma sistemleri tarafından henüz doğrulanmış değil. Yine de Patriot ve Eurosam T gibi savunma sistemlerinin bu füzeyi durdurmada yetersiz kalabileceği endişesi bulunuyor. Füzenin konvansiyonel veya nükleer başlık taşıyabilme özelliği de önemli bir tehdit oluşturuyor. Rusya’nın bu silahları Ukrayna savaşında kullanması yeni bir adım olsa da elinde ne kadar bulunduğu bilinmiyor.
Sosyal medyadan buluyor
Oreşnik’in gündemde olduğu bir dönemde, NATO ülkelerinin istihbarat teşkilatlarını daha fazla düşündüren başka bir gelişmeye daha
Avrupa Komisyonu’nun ‘Deniz Mekânsal Planlama’ çalışmaları kapsamında yayımladığı tartışmalı haritalar tepki çekti. Haritalar, Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’de deniz haklarını yok sayan ve uluslararası hukuka aykırı iddialar içermekte.
Avrupa Komisyonu, üye ülkelerin deniz sınırlarını belirlemek amacıyla hazırlanan Deniz Mekânsal Planlama (MSP) çalışmaları kapsamında, Türkiye’nin Ege ve Doğu Akdeniz’den bir kez daha tamamen dışlandığı ve Kıbrıs Adası’nın tamamının Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne bırakıldığı haritaları yeniden yayımladı.
Bilindiği üzere, 2014 yılında MSP yönergesini yayınlayan Avrupa Komisyonu, 2021 yılında da Avrupa Birliği’nde kıyı şeridine sahip ülkelerin taslak MSP planlarını yayımlamıştı. Bu dönemde yayımlanan haritalarda Ege, Yunanistan’a, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının tamamı ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) tahsis edilmişti. Ayrıca, Sevilla Haritası’nı yayımlayan Avrupa Komisyonu, Yunanistan ve GKRY’nin deniz yetki alanlarını bu haritaya göre belirlemişti.
ABD’deki başkanlık seçim süreci adeta rüzgar gibi geçti, ancak etkileri hâlâ hissediliyor. Donald Trump’ın zaferi, Virginia, Washington, Maryland ve Delaware gibi eyaletlerde Margaret Mitchell’in ‘Rüzgar Gibi Geçti’ romanının ruhunu hatırlatan bir atmosfer yarattı. Filmin 1861’deki iç savaşı anlatan retoriği, günümüz siyasi söylemleriyle örtüşüyor.
Demokratlar “ülke mahvolacak” derken, Cumhuriyetçiler zaferin keyfini çıkarıyor. Trump’a yakın Elon Musk’ın İran’ın BM temsilcisiyle gizli görüşmesi, Trump’ın ekibinin ‘hesaplaşma’ arayışı gibi gelişmeler, yeni dönemin nasıl şekilleneceği hakkında ipuçları veriyor. Trump’ın kabine seçimleri ise Avrupa’dan ‘distopik’ bir tercih olarak görülüyor. 5 Kasım seçimleri, adeta Güney’in zaferi gibiydi. Ancak Trump ve Musk gibi iki büyük egonun siyasi birlikteliği ne kadar sürecek bilinmez. Trump’ın sistemi değiştirme ve Musk’la
ABD’de başkanlık seçimleri tamamlandı ve Beyaz Saray’ın yeni sahibi, 2016’da başkanlık yarışını kazanıp 2020’de kaybeden Donald Trump oldu. Kamuoyu araştırmaları bu yarışın başa baş gideceğini öne sürmüş olsa da, sonuçta Trump önde bitirdi. Bu köşede 28 Temmuz’da yazdığım “AB’nin Harris umudu” başlıklı yazımda, Demokratların bu seçimi kazanmalarının zor olduğuna değinmiştim. Kamala Harris’in kaybetme sebepleri arasında Demokratların ulusal birliği sağlamak yerine kimlik siyasetinde kalmaları büyük rol oynadı. Harris, topluluklara dayalı bir strateji izlerken, Trump tüm ABD halkına hitap ederek etkili bir kampanya yürüttü. Trump’ın “Amerika’yı daha güçlü kılma” vaadi, seçmenler arasında güçlü bir yankı buldu. Yascha Mounk’un dediği gibi Demokratlar, kimlik siyaseti tuzağına düştü ve seçimi kaybettiler.
ABD seçimleri bir anlamda ‘analog demokrasi’ ile ‘dijital otoriteryanizm’ arasında bir mücadeleye de sahne oldu. X’in sahibi
Önümüzdeki hafta salı günü ABD’de halk, Beyaz Saray’ın yeni kiracısını belirleyecek. Demokratlar da kazansa, Cumhuriyetçiler de kazansa, her hâlükârda koltuğa Joe Biden’dan başka biri oturacak. ABD seçimleri, dünya genelinde birbirine zıt iki eğilimi adeta özetler gibi: Bir yanda değişimi simgeleyenler, diğer yanda direnci temsil edenler.
ABD’deki başkanlık yarışında Demokratların adayı Kamala Harris, direnci simgeliyor. Programında, kadın hakları dışında dikkat çekici yeni bir politika yer almıyor. Zaten siyasi söylemlerinin büyük bir bölümü de Trump karşıtlığına odaklanmış durumda. Harris, Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a dönmesine karşı bir direnç ve direniş söylemi sergiliyor; adeta “No pasarán” demek istiyor. Rakibi, sistem karşıtı, değişim ve dönüşüm talep eden Trump. Aslında Trump, Cumhuriyetçilerin koçbaşı. Direnç kalesinin kapısını kırmak için öne sürülen bu aday, güçlü destekçilere sahip. X’in sahibi Elon Musk ve