Avrupa Birliği, Esad rejiminin devrilmesinin ardından Suriye’ye uygulanan yaptırımları hafifletebileceğine ilişkin açıklamalarının ardından somut adım attı. AB dışişleri bakanları, belirli alanlarda yaptırımları hafifletmeyi kararlaştırdı.
Avrupa Birliği (AB), Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) öncülüğündeki muhaliflerin Suriye’de yönetimi devralmasının ardından yaptığı açıklamalarda dile getirdiği konuda somut bir adım attı ve 2012 yılından bu yana Beşar Esad rejimine uyguladığı yaptırımları hafifletme kararı aldı.
AB’ye üye ülkelerin dışişleri bakanlarını bir araya getiren Dış İlişkiler Konseyi’nin öğle oturumunda, Suriye’deki gelişmeler kapsamlı bir şekilde ele alındı. Bakanlar, Suriye’nin yeniden imarının sağlanması ve ülkenin demokratik dönüşümünün başarılı bir şekilde gerçekleşmesi için 5 alandaki yaptırımları hafifletme kararı aldı. Bu çerçevede, ulaştırma alanında AB’ye üye ülkelerin Suriye’ye düzenlenecek uçak seferlerine getirilen engeller kaldırıldı. Enerji ve sivil amaçlı altyapı
Kartalkaya’da meydana gelen ve gözyaşlarının sel olmasına neden olan yangın, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde de geniş yankı uyandırdı. 23 Ocak 2025 tarihli Milliyet gazetesinin manşetinde yer aldığı gibi, “asıl yanan insanlık” oldu. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’den Avrupa Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola’ya kadar AB’nin önde gelen isimleri taziye mesajları yayımladılar. Bu mesajların birçok açıdan önemi vardı. Bunlardan ilki, Kartalkaya’da yaşanan ve ülkemizi mateme boğan bu olaya karşı duyarsız kalmadıklarını göstermeleriydi. Zaman zaman çeşitli konularda görüş ayrılıkları yaşasak bile, bu tür trajik olaylarda omuz omuza olduklarını vurguladılar.
Diğer yandan, AB müktesebatının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlattılar. Zira AB müktesebatı, bu tür olayların yaşanmaması için asgari standartları belirliyor. Örneğin, kayak merkezlerine yönelik yaklaşık 1000 sayfalık yönetmelik bulunuyor. Otelin inşasından kullanılacak malzemelere, telesiyej sistemlerinden ilk yardım olanaklarına, personelin eğitimine
Yarın 20 Ocak. 5 Kasım 2024’te ABD başkanı seçilen Donald Trump, yemin ederek resmen göreve başlayacak. Seçildiği gün ile göreve başlama arasındaki 66 günlük bekleyiş, spekülasyonlara ve komplo teorilerine neden oldu. Trump’ın Avrupa ve NATO’ya yaklaşımı, Ukrayna-Rusya savaşını bitirme stratejisi ve Çin’e karşı tavrı merak konusu. Seçim vaatlerini yerine getirecek mi? Avrupa, Trump’ın kıtanın güvenliğini ihmal etmesi veya ABD ekonomisini canlandırma adına alacağı önlemlerin Avrupa ekonomisine zarar vermesi endişesi taşıyor. Ayrıca “Amerika’yı Yeniden Harika Yap” (MAGA) politikalarının Avrupa’nın aleyhine işleyeceği düşüncesi hakim. Çin de benzer kaygılar taşıyor.
MAGA, ABD’nin bir zamanlar harika olduğu, ancak artık o seviyede olmadığı varsayımına dayanıyor. 1979’da işsizlik ve enflasyonla mücadele edilirken Reagan bu sloganı ortaya atmıştı. Hangi Amerika harikaydı? İşsizliğin düşük, demokratik hakların arttığı, yenilikçi bir Amerika. NATO müttefikleriyle birlikte komünizmle mücadele eden,
Daha göreve başlamadan açıklamalarıyla dünya gündemini meşgul etti. Bir yandan Grönland’a göz dikti, diğer yandan Panama Kanalı hakkındaki planlarını açıkladı. Kanada’yı ABD’nin 51. eyaleti olmaya davet etmesi ve Meksika Körfezi’ni “Amerika Körfezi” olarak adlandırma niyeti dikkat çekti. Tesla ve X’in sahibi Elon Musk ile Ukrayna’da barışı tesis edeceğini söylemesi de gündem oldu. Trump’ın bu “yıkıcı” söylemleri, ‘Trump 2.0’ın çerçevesini belirginleştiriyor.
Musk-Trump ortaklığı, kamuoyunda “Mump” olarak anılıyor ve gelenekleri bozma niyetini açıkça ortaya koyuyor. Musk’ın Almanya’da aşırı sağcı ‘Almanya için Alternatif’ (AfD) partisine desteği ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ı küçümseyen ifadeleri bu tutumun örnekleri.
Trump, Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmek için bir plan geliştirdiğini ve en azından ateşkes sağlamayı hedeflediğini açıkladı.
Ayrıca, Avrupa’nın bu ateşkesi gözlemlemesi
Başlık biraz provokatif gelebilir, ancak konunun doğası gereği bu normaldir. Özellikle de MGK’nın açılımını açıkladığımızda, bunun bir trajedi değil, yalnızca transatlantik ilişkilere ve Türk savunma sanayinin son 35 yıldaki atılımlarına hayranlık duyan biri için bir “dram” olduğunu göreceksiniz.
Türk savunma sanayi, yalnızca Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılamakla kalmadı; NATO müttefiklerinin de gereksinimlerini uygun fiyatlarla karşılayabilmesini sağladı. Bu başarı, NATO’nun kurucu antlaşmasının üçüncü maddesinde belirtilen savunma yükümlülüklerinin yerine getirilmesine katkı sağlarken, sektördeki tekelci yapıyı da kırarak rekabet ortamı yarattı.
Bununla birlikte, Türk savunma sanayinin daha derin bir işlevi de bulunuyor: Türkiye, İttifak dışındaki üçüncü ülkelere gerçekleştirdiği savunma sanayi ürünleri ihracatıyla, bu ülkelerin savunma doktrinlerini NATO standartlarına yaklaştırıyor. Örneğin, Türk MKE’nin ürettiği mühimmat, Alman tüfekleri ve ABD
Geçen yıl bu zamanlarda, 2024’te 4 milyara aşkın insanın sandık başına gideceğini ve bu seçimlerin dünyanın yönünü değiştirebileceğini belirtmiştim. Dünyanın yönü değişti mi, belirsiz; ancak ABD ve AB’deki seçimlerin etkisi kaçınılmaz.
ABD’de Donald Trump yeniden başkanlık koltuğuna oturuyor. Fransa’da Emmanuel Macron, erken seçim sonrası parlamentodaki çoğunluğu kaybetti ve ülkeyi yönetmekte zorlanıyor. Almanya’da Olaf Scholz hükümeti erken seçim kararı aldı. Hindistan’da Narendra Modi az bir oy kaybıyla üçüncü kez başbakan oldu, ancak muhalefet lideri Mallikarjun Kharge bir sonraki seçimde daha güçlü görünüyor.
Seçmenler değişim talep ediyor. Trump gibi liderler bu değişimi hayata geçirme sözü verirken, Macron gibi bazıları seçmen kararına rağmen bildiklerini okumaya devam ediyor. Almanya, Yunanistan ve Güney Kıbrıs liderleri ise popülist talepler ile devlet adamlığı arasında sıkışmış durumda.
AB’nin genişleme konulu son
Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi, Avrupa Birliği’nde (AB) yeni endişelere neden oldu. Görünürdeki kaygı, BM ve ABD tarafından terör örgütü olarak tanımlanan HTŞ’nin iktidara gelmiş olması ve Afganistan’daki Taliban gibi bir rejim dayatabileceği ihtimali. Ancak bu, AB’nin gerçek korkularını tam anlamıyla yansıtmıyor. Asıl endişe, bölücü terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD/YPG’nin kontrol ettiği hapishanelerde tutulan yüzlerce AB vatandaşı DAEŞ’li teröristin akıbeti. Bu teröristlerin eşleri ve çocukları da aynı şekilde mülteci kamplarında tutuluyor ve büyüyen bu çocuklar, AB ülkelerine karşı nefretle doluyor. Çoğu AB ülkesi de bu vatandaşlarını geri almak istemiyor; bu kişilerin topluma yeniden kazandırılmasının zor olduğunu düşünüyor haklı olarak. Fransa ve Belçika, sınırlı sayıda vatandaşını geri alsa da genel eğilim bu sorumluluktan kaçınmak yönünde.
HTŞ liderliğindeki muhaliflerin Şam’a kadar ilerlemesi ve ülke
Suriye’deki gelişmeler ve Esad’ın devrilmesi, AB’nin ezberini bir kez daha bozdu. Brüksel’de kimse böyle hızlı bir gelişmeyi beklemiyordu. Yeni göreve başlayan AB liderlerinin gündemi ABD seçim sonuçları, Ukrayna savaşı ve Çin politikalarına odaklanmıştı. Ayrıca düzensiz göç konusu da öncelikliydi. İtalya gibi ülkeler Esad rejimini güvenli ülke ilan etmeye ve yasa dışı göçmenleri geri göndermeye hazırlanıyordu.
AB, dünya meselelerine çözüm üretme konusunda matematik, ekonomi, biyoloji ve tarih derslerini iyi çalışsa da sınavda sorular coğrafya ve dil bilgisinden geldi. Esad rejimi yıkılırken Ankara’nın Suriyeli mülteciler ve güvenli bölge politikası sayesinde Suriye’deki gelişmelere hakim bir konumda olduğu netleşti. Türkiye bu bilgileri müttefikleriyle de paylaşıyor; tabii soran olursa. Ancak AB, Türkiye’ye sormak yerine sorunların etrafından dolanmayı tercih etti. Esad’ın devrilmesinin ardından, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen (VDL), Türkiye yerine