Yeni Papa “nihayet” ve kısa bir sürede seçildi. Kuşkusuz Papa’nın kimin olacağına yönelik birçok spekülasyon yapıldı. Geçen hafta favorileri yazıp, Corriere della Sera gazetesinden arkadaşım Guiseppe Sarcina’nın bana yıllar önce söylediği sözü de hatırlatmıştım: Konklav’a Papa giren kardinal çıkar.
Neticede favorilerden kimse seçilmedi. Bir kez daha beklenmedik bir isim kardinallerin tercihi oldu. 14. Leo, Aziz Petrus’un halefi olarak Papa koltuğuna oturdu ve Vatikan’ı yöneterek Katolik âleminin ruhani lideri konumuna geldi. Yeni Papa’nın Amerikan vatandaşı olması birçok spekülasyonu ve komplo teorisini de beraberinde getirdi. Hatırlanacağı üzere, ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’ın resmi internet sayfasına kendisini Papa kıyafetiyle resmeden bir görsel paylaşmıştı. Bu görsel hem Katolik dünyasında bir hakaret olarak geniş yankı uyandırmıştı. Şimdiyse “Acaba ABD, Papa Francis’in yerine geçecek veliaht adayını biliyor muydu, önceden mi ayarladı?” gibi spekülasyonlar dolaşıyor
Avrupa Parlamentosu’nun (AP) her yıl Avrupa Komisyonu’nun Türkiye raporuna yönelik olarak kaleme aldığı ülke raporu onaylandı. Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor tarafından kaleme alınan raporda, vize serbestisi konusundaki sıkıntılara değinilerek, gerek Ankara’nın gerekse Brüksel’in sorumlulukları hatırlatılarak karşılıklı adım atma çağrısında bulunuldu.
Nitekim Türkiye’de vatandaşların Schengen vizesi almakta çektikleri çile malum. Bununla birlikte Ankara’nın vize serbestisi hakkına sahip olması için, başta terörle mücadele ve kısa adı KVKK olan kişisel verilerin korunmasına yönelik düzenlemelerin AB standartlarına getirme taahhüdü olmak üzere 6 eksik kriteri yerine getirmesi gerekiyor. AB cephesinde ise Türkiye’de Schengen vizesi verme hizmetinde bulunan AB elçilik ve konsolosluklarının da kapasitelerini artırmaları gerekiyor. Nitekim raportör de çağrısını sadece Ankara’ya yönelik olarak değil, AB ülkelerine yönelik olarak da ifade ediyor.
Türk Dışişleri Bakanlığı ile
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte henüz “baklayı ağzından çıkarmadı”. Ancak NATO kulislerinde bu konu artık yavaş yavaş yayılıyor, hatta matbuat ehli olarak bizlerin kulağına kadar geldi. Hollanda’nın Lahey kentinde düzenlenecek olan NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nin bildirgesinin kuşkusuz en önemli maddesi savunma harcama kriterleri olacak.
Rutte, bir taraftan ABD Başkanı Donald Trump’ın siyasi gündemini pekiştirmek, diğer taraftan da Avrupalı müttefiklerin kademeli olarak ABD’den bağımsız şekilde kendilerini savunacak imkan ve yetenek geliştirmelerini sağlamak için bu yeni formülü geliştirdi: Müttefiklerin savunma harcamaları, ülkelerin gayri safi yurt içi hasılalarının (GSYH) %5’ine ulaşması gerekiyor. Hatırlanacağı üzere, 2014 yılında Galler’de düzenlenen NATO liderler zirvesinde müttefikler, savunma harcamalarını GSYH’nin %2’si oranında yapma taahhüdünde bulundular. Ardından Vilnius ve Madrid zirvelerinde de bu amaç taban harcama olarak yenilendi. Hollanda’da yapılacak olan zirvede
Dün bütün dünyanın gözü İtalya’nın başkenti Roma’daydı. Katolik âleminin ruhani lideri Papa’nın cenaze töreni, haber değeri yüksek birçok gelişmeye sahne oldu. Sevgilisini öperken müstakbel sevgilisinin gözlerine bakmak gibi, Papa Franciscus’un vefatının ilan edildiği gün, yerine kimin geçeceği tartışılmaya başlandı. Katoliklere saygısızlık etmeden, teşbihte hata olmaz misali, adeta bir “Papa toto” oynandı.
Dünyadaki meslektaşlarım, Vatikan uzmanlarına dayanarak yeni Papa’nın kim olacağını tahmin etmeye çalıştı. Favoriler arasında Pietro Parolin ve Matteo Zuppi öne çıktı. Ancak tecrübeyle sabit: Konklava Papa olma hevesiyle giren, kardinal olarak çıkar. Genellikle hiç beklenmeyen bir adayın yapacağı etkili bir konuşma kardinalleri ikna eder. Papa Franciscus’un veliahtı, Konklav bitip bacadan tütecek beyaz duman ve ardından yapılacak “Habemus Papam”ilanıyla açıklanacak.
Başlıktaki “Habemus Transatlantica?” sorusunu da bu bağlamda seçtim. Vatikan yeni
İlk bakışta bir çorba gibi görünüyor olabilir: Bir yanda İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma sürecini tanımlayan “Brexit”, diğer yanda “konfederasyon” kavramı ve nihayetinde “Kıbrıs sorunu”. Ancak üçü, düşündüğümüzden daha sıkı bir bağla birbirine bağlı olabilir.
Bilindiği üzere, Lizbon Antlaşması’nın 50. maddesi, Avrupa Birliği’ne üye bir ülkeye Birlik’ten ayrılma imkânı tanıyor. Bu madde çerçevesinde dönemin Birleşik Krallık Başbakanı Muhafazakâr David Cameron, 2015 yılında partisinin liderliğine yeniden seçilmesi hâlinde, ülkenin AB üyeliğine dair bir referandum düzenleyeceğini vaat etmişti. Nitekim bu vaat, Cameron’un yeniden seçilmesiyle hayata geçti ve referandumdan “ayrılalım” sonucu çıktı: Brexit.
Bu süreç sadece İngiltere’nin Birlik’ten ayrılmasıyla değil, aynı zamanda AB’nin doğasının ne olduğuna dair daha net bir tabloyla sonuçlandı. AB, kimi zaman bir federasyon olarak
ABD Başkanı Donald Trump’ın distopik gibi görünen, ancak ütopik nitelikli kararlarının Avrupa Birliği (AB) içinde hezeyan yarattığını söylesem, yanlış olmaz. Trump’ın Rusya-Ukrayna, Grönland, AB, NATO, Çin, Ortadoğu ve hatta İran konusunda attığı hiçbir adım sürpriz değil. Çünkü bu adımları atacağını seçim kampanyası sırasında açıkça dile getirdi. Dolayısıyla, gümrük vergileri kimse için sürpriz olmamalıydı. Ancak AB sanki gafil avlandı. Trump, AB menşeli çelik ürünlerine ek gümrük vergisi getirme kararı aldı. AB, bu karara yanıt vermeye hazırlanırken Trump, Brüksel’e yeni vergiler dayattı. Üçüncü kez seçilmesi mümkün olmayan Ursula von der Leyen’in yeniden seçilme gibi kaygısı yok. Buna rağmen, ABD’nin Avrupa ülkelerine vergi veya diğer konularda olası hamlelerine karşı ihtiyatlı bir planlama yapılmamış olması ve AB’nin bu hamlelere karşı hazırlıksız yakalanması dikkat çekici.
Trump’ın attığı tüm adımlar, Avrupa açısından
Dünya gündemi öyle hızlı ve çalkantılı ki, insanın bazen sadece susmak ve biraz olsun kopmak istediği bir dönemdeyiz. Bu bir lüks değil, bir ihtiyaç.
Bu hafta dünya siyaseti oldukça hareketliydi. Bir yanda Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın İsrail Başbakanı Netanyahu’yu Budapeşte’de ağırlaması, diğer yanda ABD Başkanı Donald Trump’ın ticaret savaşını yeniden alevlendiren çıkışları, Avrupa’da sert tartışmalara yol açtı.
Orban’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden çekilme kararı ve Netanyahu ile verdiği pozlar, Avrupa Birliği (AB) içinde ciddi tepkiler doğurdu. Almanya’da Der Spiegel yazarı Maximilian Popp, Orban’a açıkça “AB’de yeri kalmadı” dedi. Hollanda’dan De Volkskrant ise Macaristan’ı “Avrupa üzerindeki bir leke” olarak tanımladı.
Bu sırada ABD Başkanı Trump’ın gümrük tarifelerini yükseltme kararı da transatlantik ilişkilerde yeni bir kırılma yarattı. AB yine hazırlıksız yakalanmış görünüyor. Oysa birçok uzmana göre AB, bu
ABD’NİN, Avrupa Birliği’ne (AB) yönelik olarak bir kez daha gümrük tarifelerini yükseltme kararı alması Brüksel’i harekete geçirdi. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen (VDL), ABD Başkanı Donald Trump’ın Avrupa mallarına yüzde 20 vergi getireceğini açıklamasının ardından, Brüksel’in de Washington yönetimine karşı “daha fazla karşı önlem almaya zorlandığını” belirtti ancak ABD ile ekonomik çatışma yerine müzakereyi tercih ettiğinin de altını çizdi.
Von der Leyen, yılbaşında ABD’nin Avrupa çelik sektörüne getirdiği gümrük tarifelerine karşı ilk misilleme paketinin açıklandığını hatırlatarak, Avrupa pazarını korumak amacıyla Brüksel’in ABD’ye yönelik yeni bir önlem paketi üzerinde çalıştığını ifade etti.
Milliyet’e bilgi veren Avrupa Komisyonu kaynakları, “Trump hâlâ 1930’lu yılların ekonomik düşüncesine sahip. Küresel bir ekonomide gümrük tarifelerini yükseltmek, orta ve uzun vadede sadece bu kararı alan ülkeye zarar