İngiltere Büyükelçisi, AB büyükelçileri ile yemeğinde, yan yana oturduğu R. T. Erdoğan’ın kulağına eğilip fısıldıyor:
"Başbakan adayınız kim? Adını söylemezseniz, bu gece sabaha kadar uyuyamayacağım merakımdan..."
Erdoğan ne yanıt vermiş?
Bilinmiyor.
Ama bu soru üzerinde düşünmeliyiz.
Şöyle ki:
- Anayasa, Cumhurbaşkanı’na hükümet kurma görevini kime vereceği konusunda bir sınırlama, bir tanım koymuş değildir.
Gerçi, parlamenter gelenek, en büyük grubu olan partinin genel başkanının hükümeti kurmakla görevlendirilmesidir ama 2002 Türkiye’sinde bu olanaksız.
Çünkü AKP Genel Başkanı seçilme yasaklı. Milletvekili olmadığı için başbakan da olamaz.
Hatta... R. T. Erdoğan’ın Genel Başkan sıfatını sürdürebileceği bile kuşkulu.
Üstelik...
Cumhurbaşkanı Sezer, onun işaret edeceği bir ismi hükümet kurmakla görevlendirmek gibi uzaktan kumandalı konumda mı?
Vekâleten Başbakanlık, Türkiye’ye hukuk adamı Sezer tarafından layık görülür mü?
İngiltere büyükelçisi, Erdoğan’dan bir isim alabilseydi dahi uyuyamaması gerekirdi.
AKP kendi artıları nedeniyle değil diğer partilerin eksileri nedeniyle ipi göğüslemek üzere koşuyor.
Şu satırlar yazılırken kamuoyu araştırmalarına göre birinci parti görünen AKP, ikinci parti CHP’nin neredeyse iki katına yaklaşan oyu alacak gibi görünüyordu.
AKP tek başına iktidar olabilir.
Yeter ki...
Son bir haftada yüzde 6 oy yitiren ve barajın kıl payı üstündeki GP daha da aşağılara düşmesin... Baraj altında kalmasın.
Ve...
Barajın eşiğindeki DYP, burnunu su yüzüne çıkarabilsin. MHP çıtayı aşsın. Gizli oyları nedeniyle yüzde 7’lerde görünen DEHAP çıtayı aşabilsin...
Fakat bütün bunlar "eğer" koşuluna bağlı.
Kartların şu aşamadaki dağılımı AKP’yi küçük olmayan olasılıkla iktidara aday gösteriyor.
Zaten AB büyükelçilerinin Erdoğan ile yemeği de bunun göstergesi.
Peki Seçim Arenası programındaki Baykal ve Erdoğan karşılaşması, bu görüntüyü değiştirir mi?
Belki... AKP’yi biraz aşağı çekebilir.
Ama, Baykal’ın karşısına çıkarılan Erdoğan’ın söylemi AKP’nin sesi olarak nasıl algılanacak?
Yasaklı olduğu için başbakan olamayacak.
Milletvekili bile olamayacak.
Genel Başkanlık sıfatı da sallantıda.
TV izleyicileri onun sözlerini AKP’nin "aktifine" ve "pasifine" nasıl yazacaklar?
Öte yandan...
AKP oyları, zaten kendi artılarından değil diğer partilere ve özellikle iktidar partilerine tepki nedeniyle üremiş.
Erdoğan’ın ekran sınavı AKP oylarını o nedenle çok da etkilemez.
Ama...
Yüzer gezer "kararsız" oyların AKP’ye bordalamış olanları ayrılabilir. Hâlâ kararsız olan oyları CHP’ye yönlendirebilir.
Bu seçimde "ağza alınmayan" söylem, aslında, oy sandıklarının anahtarıdır: "Ortadirek..."
Ekonomik politikalar, orta sınıfın üzerinden silindir gibi geçti.
Ortadireği kırdı.
Oysa bir toplumu ayakta tutan ortadirektir.
Ekonomiyi de, toplum psikolojisini de...
Toplumun beklentisi ortadireğin yeniden doğrulmasıdır. Hem alt gelir gruplarını yukarı çekmek... Hem üst hizmet ve sanayi sektörünü omzunda taşımak için.
1983 seçimlerinde Turgut Özal "ortadirek" söylemiyle partisini tek başına iktidara taşımıştı.
Baykal’ın dün geceki "derbi"de bu söylemi, siyaset haritasında sarsıntı ve değişimi başlatabilir. Elbette tek bir söyleme bırakmayıp 3 Kasım’a kadar tekrarlaması koşuluyla.
Olmadı... AKP iktidara geldi varsayalım.
IMF ile anlaşmayı sürdürecekler.
AB üyeliği yol haritasından çıkmayacaklar.
Laik Türkiye otoyolundan da çıkamazlar.
Seçimler, Türkiye insanının son sözü değildir. Teslim olmak tarihi de değildir. 3 Kasım sonrası iktidarları sıkı markajda tutacaktır. Hiçbir iktidar için meydan boş olmayacaktır. Fukuyama’nın deyimiyle Atatürk Türkiye’si için tarihinin sonu değil.