Kendini geleceğe ışınlamak, 10-20 yıl sonrasına giderek “bugünün manzaralarına oradan bakmak” önemlidir.
Tıpkı ormanın ortasında koşuşturmayı, birkaç yüz metre yüksekteki helikopter ya da balondan izlemek gibidir.
Şu karmaşık, çok yönlü iç ve dış büyük sorunlarla boğuşan 2016 Türkiye’sini böyle bir “ışınlama” yöntemiyle görmeye çalışmakta fayda var.
Kaptan köşkündeki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “tarihte hangi misyonla yer alması gerektiği” bu yöntemle “siyah beyaz fotoğraf netliğinde” görülebilir belki de.
Erdoğan’dan önceki Türkiye liderlerinin, aradan geçen bunca yıl sonra “tarihi misyonlarını” ortaya koymak, ne demek istediğimi daha anlaşılır hale getirebilir.
.....................
ATATÜRK:
Cezayirli bir “aydın kadın”dan “uyarı.”
Hatta “rica...”
Buna “N’ooolursunuz” diye başlayan “yalvarma” bile denebilir:
Benim ülkem dahil Kuzey Afrika ve Ortadoğu İslam ülkelerine tek tek bu oyun oynandı.
Ne yazık ki hepimiz / hepsi de bu oyunun içine çekildi.
İşte hepimizin / hepsinin hali ortada.
Şimdi...
Türkiye gündeminin bunca sorunu arasında öne çıkan olay “şortlu bir genç kadına toplu taşıtma aracında atılan tekme” oldu.
.......................
İstanbul’un merkezinde bir şortlu kadına “Böyle gezinemezsin” zihniyetiyle tekme vandallığı ve kara yobazlığı aslında tarihin akışına terstir.
Yani “anakronik” olduğu için ezildi.
Çünkü...
Dünyada da, Türkiye’de de “bu kara yobaz” zihniyet giderek gerilemekte.
.......................
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un “Türkiye’nin bugün başına gelen bir çok şey Suriye’deki durumun ve Suriye politikasının sonucudur” gibi bir söylemi oldu.
Önemsenmesi gerekir.
......................
Suriye politikasının uzun tahlillerini yapabilirim.
Türkiye’yi bu yola adeta itekleyen başta ABD olmak üzere dostların çark edişlerinin de Ankara’yı kontrpiyede bırakmış olması bir gerçektir.
Ankara’nın bu değişim işaretlerini görebilmesi, sezebilmesi, kontrpiyede kalmaması mümkündü.
Başka bir yazıda gerekirse bunları açabilirim.
Bayram boyunca Bodrum’ daydım.
Her gün yandaki plajdan bizim tesisin önündeki sahile “siyah tesettür deniz giysileri” içinde iki genç hanım geçiş yapıyordu.
Bel hizasını biraz aşan suda saatlerce kaldılar, aralarında konuştular.
Etraf tamamen bikinili kadınlar, kısa şortlu, üstleri çıplak erkeklerle dolu.
Kimse kimseye yan gözle bakmadı, kimse kimseyi rahatsız etmedi.
İşte birlikte yaşama kültürü...
......................
YÜZLERCE metre uzanan bir kanal.
Işıl, ışıl... İçinde suyun akıntısıyla geçit yapan onlarca tekne. Üzerinde şövalyeler, mitoloji kahramanları, melekler, cadılar, prensesler, krallar, başka dünyalardan gelmiş yaratıklar... Binlerce çocuğun içlerinden kopan en doğal, en samimi neşe çığlıkları.
Sanki bir masal dünyasındayız.
Binalar da o izlenimi veriyor.
Örneğin... Geçidin sona erdiği 111 metre yükseklikteki kule. 30 saniyede bir renkleri değişen ışıklarla pırıl pırıl. Disney’deki kuleden bir metre yüksek.
SU BALESİ
Bugün cumartesi...
“Atatürk’e düello önerisini ve seçilen silahı” anlatmakla başlayayım.
........................
Milli Mücadele yıllarıdır.
Ankara’da Gazi Mustafa Kemal’in ve arkadaşlarının parasızlık yılları...
O günlerden birinde “Ankara Müftüsü Rıfat Bey’in bin lira toplayıp getirdiğini” yazmıştım.
Çorba ve bulgur pilavı değişmeyen menüyken Mazhar Müfit bir kereye mahsus olmak üzere “pirzola, pilav, irmik helvası” ziyafeti hazırlatır.
Şu çok “süper/über” önemli iki konuda “teknolojiyi” güvence olarak görüyordum.
......................
Önce BİRİNCİSİ... “DARBE...”
Türkiye’de güvenlik ve istihbarat kuruluşlarının sahip oldukları yüksek “izleme/dinleme” teknolojisi nedeniyle artık “darbeler” döneminin kapandığını düşünüyordum.
Öyle ya...
Bir dönemin Genelkurmay Başkanı “Kandil’dekileri BBG Evi (Biri Bizi Gözetliyor Evi adlı programdan esinlenerek) gibi izleyebiliyoruz” dememiş miydi?
Sınırların 200 km ötesindeki Kandil’dekilerin nefes alış verişlerini bile dinleyen bir istihbarat örgütümüz varsa, içeride darbe nasıl örgütlenecek, nasıl haberleşecekti?