Böyleleri de var... Bağımsız milletvekili Uluç Gürkan’dan kendisi ve eski DSP’li 9 milletvekili arkadaşı adına güvence:
"3 Kasım seçimlerinin iptali için biz oy vermeyiz."
Gürkan ve arkadaşları 3 Kasım’da seçim olursa, yeniden TBMM’ye gelemeyecekler. Hiçbir parti listesinde yoklar. Bağımsız aday da değiller. "Seçimlere hayır" kabaran dalgasında yer alsalar, belki daha bir süre milletvekillikleri sürer. İptal kararı için kritik oturumda 1 oy bile önemli olabilir.
Ama bu hesapta yoklar.
Gürkan nedenini şöyle açıklıyor:
"Gençlere, gelecek nesillere, hatta bir sonraki seçimler öncesi aynı durumun yaşanması olasılığına farklı mesaj vermek istiyoruz."
Gerçekten 3 Kasım’da Genel Seçim kararına oy vermiş milletvekilleri, yeniden seçilemeyecek duruma geldiklerini gördüklerinde nasıl "U" dönüşü yapabilirler?
Nedeni öfke mi, kırıklık mı?
Yoksa... "Tamamen duygusal(!)" mı?
Kemal Derviş YTP ile yol ayrımı yaparak, CHP’ye geçmeseydi bilinmelidir ki, Uluç Gürkan ve arkadaşları, Baykal’ın yanında en görkemli törenle bu partiye katılmış olurlardı...
Ama onların değer ölçütleri farklı. Politikada duruşları da... (Dileriz ki gene fire vermezler.)
Daha yeni 3 Kasım’da seçim için el kaldıranların, aday listeleri açıklanınca "isyanlar" oyununu sahneye koymaları, "kendi oylarını kendi oylarıyla iptal" girişimi garip bir görüntü.
Buna bir çerçeve gerekiyordu.
"Bizim parti barajın altında kalıyor" ya da "ben liste dışı kaldım" veya "ben listeye girdim ama seçilemeyecek yerdeyim" denemez... "Batsın bu seçimler" eylemine geçilemezdi ya!
"AB’ye tam üyelik tarihi" siyaset sanatı değerinden yoksun bu görüntülerin etrafına "yaldızlı çerçeve" olarak sunuldu.
Oysa...
Kürtçe TV yayınına ve Kürtçe öğretimine olanak veren yönetmelikler RTÜK ve MEB tarafından hazırlanmakta. 1 Ekim’de uygulamaya konulacaklar.
Önceliği olanlar bunlardı.
Vakıflar, dernekler, basın özgürlüğü gibi bir dizi alanda uygulama düzenlemeleri ise 1 yıl süreli takvime bağlanması öngörülen konular.
Keşke yumurta kapıya geldiğinde ya da seçim 3 Kasım’a dayandığında AB akla gelmeseydi.
Zaten çok da fark etmeyecek.
Çünkü 13 maddelik uygulama yasalarının, MHP sadece ikisini engelleyebilir.
Bahçeli "3 Kasım’da seçim" istediği zaman, Ecevit’in karşı çıkmasına rağmen Yılmaz neden bu önerinin üzerine atlamıştı?
AB uyum yasaları için yönetmeliklerin 16 Ekim İlerleme Raporu’na yetişmesi, 21 Ekim AB Dışişleri Bakanları toplantısında bu raporun konuşulacağı, 21 - 22 Aralık Kopenhag zirvesinde tam üyelik tarihinin belirleneceği kritik yol haritası, seçimlerden de önemli bir "yazgı süreci" olarak Yılmaz tarafından o sırada dile getirilmeliydi.
O zaman MHP üzerinde büyük bir kamuoyu baskısı oluşurdu.
MHP ısrarına rağmen 3 Kasım seçim kararı belki alınamazdı.
Alınmış olsa bile küskünlerin de içine girmek isteyecekleri "seçime HAYIR" tablosu etrafındaki AB çerçevesi sırıtmazdı.
Rötar nedeniyle özü haklı olabilse de, inandırıcı değil.
Kamuoyu, kanaat önderleri, medya, sivil toplum örgütleri, cumhurbaşkanı, duyarlı çevreler bu isyana destek vermiyor.
Yılmaz, Brüksel’e uçarken, AB’den tam üyelik için umut verici birkaç söylemi, Türkiye’ye kendi tavrını doğrulayan işaretler olarak sağlayacağını biliyordu. Böylece seçimleri erteleme hareketi için "AB gerekçesi" vurgulanmış olacaktı.
Öyle de oldu sayılır.
Ama... Yılmaz yalnız.
Rötar yapmasaydı, belki bütün sağduyu odakları onunla aynı çizgiyi paylaşırdı.
Şimdi ise her sözü, her tavrı, baraj altında kalmak için çırpınış gibi algılanıyor.
Bu manzaralardaki tek güzellik, Türk toplumunun siyaset bunalımlarına şerbetli olduğunu ekonomi göstergelerinin ortaya koyması. Hatta ekonominin bunca fırtınaya karşın yüzde 8 büyümesi.