Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

ANCONA, İtalya'nın Adriyatik kıyısındaki küçük, tarihi ve sevimli bir kent.
Ancona tepelerinde, İtalya'nın en iyi korunan hapishanesinde, Mehmet Ali Ağca ile iki saat konuştuk.
Abdi İpekçi'nin öldürülmesinden, Papa'nın vurulmasına ve Susurluk'a uzanan çok ilginç bir konuşmaydı.
Ağca ilk kez, Çatlı'nın ismi etrafındaki sırları açıkladı.


"İpekçi'nin neden öldürüldüğünü... Emrin hangi başkentten geldiğini... Hangi yabancı istihbarat örgütleriyle ilişki halinde olduklarını" dinledim.
Bunları Pazar gecesi DURUM programında izleyeceksiniz.
Ağca'yı mahkum eden İtalyan Savcı Marini de, canlı yayında stüdyo konuğumuz olacak.
O da, Çatlı için, elindeki dosyaları açacak...
Kuşkulandığı yabancı istihbarat örgütlerinin tutanaklardaki satırlarını açıklayacak.
Şimdilik hadisenin bazı izlenimlerini yansıtayım.
ANCONA hapishanesine İtalyan Adalet Bakanlığı'nın yazılı izniyle girdik.
Hapishanenin içinde bize ayrılan bir odada, gardiyan nezaretinde konuştuk.
Koşul... Televizyon çekimi bandının bir kopyasının, mutlaka Adalet Bakanlığı'na verilmesiydi.
Ağca'ya söylenen ve Ağca'nın ağzından çıkan her kelime denetim altında.
O kadar ki...
Ağca, İtalya'da yeni yayınlanan LA MİA VERİTA (Benim gerçeğim) adlı kitabını bana vermek için imzalayıp hazırlamış. Gardiyan derhal el koydu.
Türkçe bir şey yazması yasaktı. İngilizce ithafta bulunmuştu.
Kitap verilmeden önce gardiyan tarafından müdüre götürüldü. Onun onayı alındıktan sonra, bana verilebildi.
Girişte, üstlerimiz sıkı sıkıya arandı.
İlk sordukları şey "yanımızda cep telefonu olup olmadığıydı."
Telefonlarımıza el kondu.
Onlara "tutukluların özel cep telefonları yok mu" diye sordum.
Bu soru üzerine gardiyanın gözleri hayretten yuvalarından fırlıyordu.
Nasıl böyle bir şey düşünebilirdim! Olacak şey miydi?
Oysa...
Bizim televizyon açık oturumlarına tutuklular, hapishaneden, kendi cep telefonlarıyla katılıyorlar. Tabanca ve uyuşturucuyu sormadım artık.
Ancona'da müthiş bir disiplin var.
Ağca'yla konuşmayı yapacağımız oda soğuktu.
Bir süre paltoyla oturdum. Duvardaki radyatörü tuttum. O da soğuk...
Bizi gözlemekle görevli gardiyana "kaloriferler bozuk mu" diye sordum.
"Kaloriferler öğleden sonra saat 16'da yanmaya başlar" yanıtını aldım.
Gerçi herkes, ayrı oda, tuvalet, televizyon ve çalışma masasına sahip. Kütüphaneleri, spor alanları var...
Ama ısınma dahi kısıtlı.
Yani, kitap üzerine yazılı bir ithaf cümlesinin denetlenmesinden, kaloriferlerin yanış saatine kadar, oranın ceza çekilen yer olduğu her boyutta belli.

KAPILAR, beş parmak kalınlığında som çelik. Hepsi şifreyle otomatik açılıp kapanıyor.
Ağca'yla görüşeceğimiz odaya varıncaya kadar böyle dört kapıdan geçtik.
Gardiyanlara sordum:
"Ağca nasıl bir mahkum?"
Yanıtları "diğerleri gibi... Hiçbiri diğerinden farklı olamaz. Hepsi aynı uyum durumundadır" oldu.
Yemekler tavuk, balık ve etin yer aldığı, günde 3 bin kaloriye ayarlı.
Hapishanede önce, yüksek duvarlarla korunan tutuklular bölümü...
Sonra, ondan ayrı büroların bulunduğu bölüm...
Sonra da, bu ikisini birden çevreleyen çok yüksek çelik parmaklıklar ve tel örgülerle bir engel daha.
İçerdeki som çelik ve elektronik çalışan kapıları da görünce buradan kaçılamayacağı anlaşılıyor.
Nitekim Ağca'ya da aynı şeyi sordum.
"Maltepe Cezaevi'ndeki gibi bir firar burada aklından geçer miydi?"
Ağca
acı acı gülümseyerek "mümkün değil" dedi.
16 yıldır duvarların arasında yaşıyor.
Ne zaman çıkacağı da belli değil.

AMA önce ve özellikle karşı karşıya gelişimizi yansıtmalıyım.
Merhum Abdi İpekçi'yle, öldürülmesinden bir gün önce beraberdik.
Ankara Oteli'nin barında biraz konuşmuştuk.
Dönüşte telefonlaşıp, eşlerimizle birlikte yemek yiyecektik.
Bir sonraki günün akşamı telefonda "vurulduğu" haberi geldi.
Yaşamımda en büyük üzüntüyü duyduğum ve sarsıldığım şoklardan biridir.
Ağca'ya içimde her an püskürmeye hazır bir tepki volkanı taşımışımdır.
Uğur Mumcu'nun ve Çetin Emeç'in acılarında da, faturayı ona çıkarmışımdır.
Çünkü... Bu kanlı yolu o açmıştır.
Onunla karşı karşıya gelip konuşmak, içe sindirilmesi çok zor bir yaşam kesiti olacaktı.
Bütün bunları, karşılaşır karşılaşmaz yüzüne söyledim.
İşittiklerinden sarsıldı.
"Ama beni çok kötü suçluyorsunuz" diyerek tepki gösterdi.
Konuşmamız gergin başladı.
Gazetecilik mesleği, bize bazen böyle zorunlu görevler yüklüyor.
Ancak... Hukuk kavramının, demokrasinin üstünlüğüne, üç meslekdaşımızın ölüm olaylarının aydınlatılmasına ve yeni cinayetlerin önlenmesine mütevazi de olsa bazı katkılarda bulunmak için çok zor katlanacak 2 saatlik diyaloğu sürdürdük.