Şehitlerimize rahmet, ailelerine ve ulusumuza başsağlığı, yaralılarımıza şifa diliyorum. Katilleri lanetliyorum.
KANIN durması için “akil adamlar” grubunun oluşması hiç hafife alınmasın.
Bu işgüzarların buram buram şov kokan sıradan bir girişimi değil.
Etkin kesimleri temsil ötesinde Başbakan Erdoğan’ın da olumlu baktığını açıklaması potansiyel ciddi gelişmelerin işareti.
Grubun sözcüsü konumundaki Günsiad Başkanı Şah İsmail Bedirhanoğlu önemli bir referans.
Bedirhanoğulları Güneydoğu’da yüz yıllardır Kürt nüfus üzerinde ağırlıklı etkiye sahiptir.
Osmanlı’ya karşı başkaldırılarda da bu ailenin liderliği, akil adamlar grubunun bir “sarı girişim” olabileceği kuşkularını önleyecek tarihi gerçektir.
Bedirhanlar olayının kısaca bile olsa açıklanması, aslında Kürt sorununun da anlatımıdır.
Celadet Ali Bedirhan, Mustafa Kemal’e mektubunda şöyle yazmıştı:
Evet, Kürdistan meselesi, ne zamanımızda ve ne de seleflerimiz zamanında başlamış değildir.
Türkiye’de Kürdistan meselesi, Kürd Ümerası’nın, ilk Osmanlı tarihi “heşt beheşt” müellifi İdris-i Bidlisi vasıtasıyla Sünni hükümdar Yavuz Sultan Selim’e biat ettikleri günden beri mevcuttur.
............................
Günsiad Başkanı Şah İsmail Bedirhanoğlu’nun atası da Cumhuriyet’in başlarında “Kürt sorununun çözümü için devredeydi.”
Mustafa Kemal’e mektubunda sözü edilen “Kürtlerin Osmanlı’ya biat olayını” da açmakta, tarihin derinlerine inmekte fayda var.
Bedirhan Bey’in torunu Abdurrezak Bedirhan şöyle anlatıyor:
Sultan Selim Şah İsmail’e karşı savaşa giriştiğinde Şii Kürtler Şah İsmail’i destekledi.
Sünni Kürtler ise Sultan Selim’in saflarına destek verdi.
Botan (Diyarbakır ve dolayları) Mirleri de Sünni olduklarından dolayı Sultan Selim’in halifeliğini kendilerine bir merci olarak algılayıp maiyetine girmeyi kabul ettiler.
Bu durum Abdül Mecit dönemine kadar devam etti.
Botan’ın Mirleri benim dedem olan Bedirhaniler idi.
Botan Miri olan dedem Bedirhan Bey, kendi döneminde Kürdistan’ın hemen hemen büyük kesimini denetimine almıştı.
Onun ünlenmesi ve nüfuzunun genişlemesi ve kazandığı prestij Sultan Abdül Mecit’i rahatsız etti.
1850 yılında Anatolya’daki (Anadolu) askeri güçlerini vezir Osman Paşa komutanlığında Mir Bedirhan’ın üzerine gönderdi.
15 bin redif (düzenli-resmi) askeri güçle katıldıkları bu savaşa Ömer Paşa komutasında İstanbul’dan gelenler de katıldılar.
Büyük katliamın yaşandığı bu savaş sonrasında başarılı olan bu zat (Ömer Paşa) Osmanlı askerlerinin komutanlığına getirildi.
Bu savaştan bir yıl sonra Botan’ın Mirini tutuklayıp (Bedirhan Bey), İstanbul’a götürdüler.
Sonradan da oradan alıp Krete (Girit) Adası’na gönderdiler.
(Bedirhanların kaderinde başka sürgünler de vardır.)
KÜRT BEYLERİYLE YAVUZ’UN ANTLAŞMASI
PEKİ Kürt beylerinin durumları neydi?
1514’te Yavuz Sultan Selim ordusuyla Şii İran’ı hakimiyet altına almayı hedefleyen bir sefere çıktı.
İran’a giden yolda yarı bağımsız güçlü Kürt aşiretleri vardı.
Bu aşiretlerden Sünni olanlar kaderlerini ortak mezhebe sahip Türklerin ellerine bıraktılar.
Osmanlı ile 25 Kürt aşireti arasında bir bağlılık antlaşması yapıldı.
Bu antlaşma o bölgedeki Kürt aşiretlerine “özerklik” diye de yorumlanabilecek bir tür bağımsızlık öngörüyordu.
Yavuz’un fermanıyla yasallaşan antlaşma sonradan gelen Osmanlı sultanları tarafından da tanınacaktı.
Kürtler Osmanlı’nın bütün savaşlarına katılacaktı.
Osmanlı da Kürtleri hedef alan yabancı saldırılara karşı yardım edecekti.
Kürtler halifenin hazinesine yapılan geleneksel dini hediyelere yardım edeceklerdi.
........................
Yavuz Sultan Selim bu antlaşmayla Şii İran’a karşı bir tampon kuşak oluşturuyordu.
Gerçekten Kürtler tarih boyunca Türklerle birlikte omuz omuza savaştılar.
ARİSTOKRAT KÜRTLER
YAVUZ Sultan Selim’in döneminde Kürt beylerinin Osmanlı’ya “biat” etmesini sağlayan antlaşma aslında Kürtler arasındaki geleneksel aristokrasiyi güçlendirmiş ve “bağımlılık” ilişkisi yaratmıştır.
Antlaşmada tam veya kısmen özerk beyliklerde, yöneticinin (Bey’in) soylu aile fertleri arasından seçilmesi şartının konmuş olması aristokrasiyi vurgulamıştır.
Bunun dışında Osmanlı bazı Kürt beylerine “Paşa” unvanını vererek de bir yandan güçlendirirken onları kendine yakınlaştırıyordu.
Mirler otoritelerini arttırırken, iktidarlarını koruyabilmek için Osmanlı’ya aşırı bağımlı hale geliyorlardı.
Osmanlı politikası bu beylere (Mirlere) karşı pragmatikti.
Yani zamana ve şartlara göre değişkendi.
“Kürt meselesinin bu pragmatizmden kaynaklandığını” düşünenler vardır.
........................
Ahmet Kardam’ın, dedesi Emir Bedirhan’ın direniş yıllarına ilişkin incelemesinde bu yaklaşımların ötesinde de önemli anlatımlar var.