Dahası...Güney Kıbrıs için en önemli sorun, Kuzey Kıbrıs'taki Türk Silahlı Kuvvetleri'nin geri çektirilmesini sağlamaktır.Oysa...Hem bu durum sürüyor... Hem de Türkiye-AB ilişkileri çok daha dar bir hedefe, yani, sadece Türkiye limanları ve havaalanlarının "AB ile Gümrük Birliği gereği Güney Kıbrıs gemilerine ve uçaklarına açılmasına" odaklanıyor. Hedef küçülüyor.Rumlar, "Ya Türkiye şimdi limanlarını açarsa ne yaparız? Her şeyi buna kilitledik. Artık, devlet olarak tanınmayı ve Türkiye askerinin Ada'dan çekilmesini bir süre isteyemeyiz" korkusundalar.Devam edelim...Türkiye, görüşmeler başlarken Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın imzasıyla "2006 sonuna kadar Gümrük Birliği sözleşmesinin tam olarak uygulanacağı" taahhüdünde bulunmuştu. Bunun anlamı, o sözleşme gereği, limanlarını ve havaalanlarını Güney Kıbrıs gemilerine ve uçaklarına açmasıydı.Türkiye, o imzaya rağmen "açmam" diye direniyor.Bunun nedeni olarak, "Kuzey Kıbrıs'a uygulanan ambargonun sona erdirilmesi ve AB'nin Kuzey Kıbrıs ekonomisine katkı taahhütlerini yerine getirmesi de gerekirdi" diyor.Bu iki durum arasında bağlantı kurularak yeni durum oluşturuluyor..........................Burada Ankara'nın hatası şudur:"Resmen tanımadığı Güney Kıbrıs'a, AB ile tam üyelik görüşmelerinin başlaması için imza attırmış olmak" gibi bir önemli başarıyı, Türkiye kendi kamuoyuna anlatamadı.Tam tersine iletişim özürlü AKP, meydanı muhalefete bıraktı."Kıbrıs satılıyormuş" gibi bir görüntü oluştu.Muhalefetin sesi daha yüksek çıktı.AKP iktidarı, psikolojik bir travma ile "donup kalma" moduna girdi.Kıbrıs için çeyrek yüzyıllık siyasal ezberi bozan ve referandum sandıklarından çıkardığı sonuçla Kıbrıs Rum yönetimini köşeye sıkıştıran aktif politikanın yerini "hareketsizlik" aldı.Çözüm üretmek, yeni adımlar atmak ve sağlanan üstünlüğü daha da baskın hale getirmek yerine, olduğu yere çakılıp kalmak yeğlendi.İlk şoku atlatması ve karşı hareketlenmeye girmesi için Güney Kıbrıs'a da zaman ve şans tanınmış oldu.Yaşanmakta olan sıkıntıda bu "eylemsizlik"te denge arayışının katkısı azımsanamaz..........................Diğer hatalara gelince...Kıbrıs sorununu, bir merdivenin en üst basamağı olarak görmeye çalışalım.En üst basamağa varmadan başka basamaklara basmak ve öylece yükselmek mümkündür.Eğer başta TCK 301 olmak üzere, Türkiye'den beklentiler çözüme ulaştırılsaydı, alt basamaklar olmayabilirdi.Onlara basarak Kıbrıs sorununun bulunduğu en üst basamağa yükselme şansı Güney Kıbrıs'a verilmeyebilirdi.Diğer sorunlarda ayak sürümeler ve iç politika kaygılarının dayattığı olumsuzluklar, Kıbrıs sorunu için fırtına koparanların tırmanışına psikolojik basamaklar sunmuştur.Böylece Türkiye'nin ensesine erişiyor, ensesinde boza pişiriyorlar.2 yıl önce referandumlar nedeniyle rüzgârlar, aktif politika izleyen Türkiye lehine esmişti.Şimdilerde ise Papadopulos, artık yön değiştiren uluslararası rüzgârlarla yelkenlerini dolduruyor.Kendi kamuoyunda yitirdiği prestijini de kurtarma çabasında..........................Ankara, AB ile ilişkilerinde "etken" politikadan "edilgen" politikalara gerilemiştir.Sınırların ötesinde Kıbrıs Rumları ve AB'nin diş gösterenleri, içeride ise muhalefet ağır basıyor. g.civaoglu@milliyet.com.tr AB'yi, küçücük Güney Kıbrıs'ın esir aldığı iddiası çok da geçerli olmayabilir. Şöyle ki... Güney Kıbrıs, AB'nin tam üyesi ve Türkiye onu tanımıyor. Buna rağmen AB ile Türkiye'nin tam üyelik görüşmelerinin başlaması için imza attı. Asıl "altın gol" buydu.