Gazeteciliğimin ilk yıllarında Başbakanlık muhabirliği yaptım. Başbakanlık muhabiri arkadaşlarımızdan bazılarına "akreditasyon" verilmeyişini, kendimi onlardan biri hissederek izliyorum...
Bizim Başbakanlık muhabirliği yıllarımızda, saatlerce, bazen bütün bir gün hatta gece yarılarına kadar merdivenlerin başında bekleşirdik.
Başbakan ve bakanların giriş çıkışlarında sorular sorar, açıklamalarını not alırdık.
Hafızası en güçlü olanlarımızın tuttuğu notlarla, kendi notlarımızı karşılaştırır, bu açıklamaları en doğru ve net bir açıklama metni haline getirirdik.
"Teyplerimiz yok muydu?" diye düşünebilirsiniz.
Yoktu... Gazetecinin çalışma yaşamına "teyp" dediğimiz ses alma cihazları sonraları girdi.
Bu bir yenilikti!
Başbakan ya da bakanların ağızlarına uzatılmış teyp tutan ellerin karikatürleri çiziliyor, altında "yeni muhabirlik" yazılıyordu. Teypli gazetecilikle dalga geçiliyordu.
Başbakanlık'ta özel bir odamız yoktu. Su içmek olanağı bile verilmemişti...
Küba krizinin en yoğun olduğu günü anımsıyorum. Biz Başbakanlık merdivenlerinde aç biilaç beklerken, Ankara'da dönemin gözdesi Bulvar Palas'tan Bakanlar Kurulu'na gümüş tepsilerle yemekler getirilmişti. Biz ise saatlerdir açtık.
KAVGA ETME, VUR
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ABD'nin yeni Başkanı Obama'ya "Dik dur ama kavgacı olma" diye seslenmiş.
Obama'nın seçenekleri:
a- "Emrin olur..."
b- "Dediğini yaparım, yaptığını yapmam..."
c- "Nasıl yani? Kavga etmeyelim ama vurayım mı?" (AKP Yozgat Milletvekili Abdülkadir Akgül: "Devletim ve milletime karşı gelenleri elbette vurmaktan hoşlanacağım."')
Aslında ayrımcı terör örgütlerine karşı devletin meşru müdafaa hakkını dile getirmeye çalışmış.
Ancak...
Siyaset bilimi öğrencilerine "doğrunun, yanlış ifadesi" olarak gösterilebilecek bir örnek olabilir bu.
"Vurmak" ve "öldürmek", devletin, kaynağını hukuktan alan meşru savunma hakkıdır ama gene de acı verir.
Keşke buna mecbur etmeseler, diye düşünülür. "Keyif" skalasında bir renk olan "hoşlanmak" sözcüğünün, böyle bir acı sürecinde yeri olamaz.