ATİLLA Olgaç, televizyonda, “10 Rumu öldürdüm. Bunlardan ilki 19 yaşında bir esir askerdi. Elleri bağlıydı. Yüzüme tükürdü. Komutan ‘vur’ dedi ve yürüdü gitti. Alnından vurdum” söylemiyle kendi ayağına kurşun sıktı. Seken kurşun Türkiye’yi de vurdu.
Bir rastlantı... Canlı yayında o programı izliyordum.
Daha doğrusu, kanallar arasında sörf yaparken ekranda Atilla Olgaç’ı görünce takıldım ve kaldım.
Ona -zaman zaman izlediğim- Kurtlar Vadisi dizisinden aşinalığım var.
Mafya babalarından biri rolünde sanki gerçek bir mafyozo idi.
İZ BIRAKANLAR
SALI sabahı siyasi partiler grup toplantılarında liderleri izlerim.
Haftada bir onlar için düşüncelerim güncelleşir.
Dünkü konuşmalardan “iz bırakan” iki söylemi yansıtayım...
1 CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “Silivri Guantanamo olmasın” uyarısı ilginç bir metafordu.
Siyaset jargonunda tutar.
Baykal, sadece böyle bir başlıkla yetinmedi, altını da iyi doldurdu.
Ergenekon sürecinde 11 ay hapishanede kaldıktan sonra serbest bırakılanların “Neyle suçlandığıma dair bana hiçbir şey söylenmedi” açıklamaları ile “Silivri Guantanamo olmasın” uyarısını iç içe kaşıklar gibi ergenom konumunda sundu.
2 Başbakan Erdoğan, bir kısım basın için “boykot” mesajı veren “O gazeteleri almayın” çağrısında bulundu.
Kendisine göre “yalan haber” ölçütü, Erdoğan’dan “almayın” çağrısının gerekçesi...
“Yalan haber” için yasalar hukuki yolları göstermiştir.
“Düzeltme, tekzip, yargıya başvurma, parasal ceza, hürriyetten mahrumiyet cezası...”
Ama...
Bir ülkenin başbakanı serbest rekabet sisteminde bir kısım şirketlerin ürünlerinin -ki bu örnek de gazetelerdir- satın alınmamasını isterse, üstelik bunu kamuoyu önünde açıkça yaparsa, basın özgürlüğünden tutun da, serbest rekabeti başka firmalar lehine etkilemeye kadar bir dizi yanlışlığın odağı haline gelir.