Kişi, bazen buzdağına çarpmış gibi olur.
Öyle anlarda, bir rastlantı yaşamı yeniden değerli hale getirir.
Bu yılın başlarında öyle zorlu dönem geçirenler için bir değil, üç güzellik kara bulutları dağıtacak güçteydi.
Sinemadan söz ediyorum.
Önce birincisi...
HAYAT GÜZELDİR filmi.
Oscar Ödülü'ne aday.
Buzdağını eritebilecek bir film.
Bir daha görmek istiyorum.
Faşizme nanik
Film,
İkinci Dünya Savaşı öncesinin
İtalya'sında geçiyor.
Hayat dolu, harikulade sevimli, ufak tefek cılız bir İtalyan Yahudisi, kasabanın öğretmenine aşık olur.
Onu, yakışıklı ve zengin nişanlısının elinden, nükteleri, güleryüzü ve sıcak kalbiyle elde ederek söker alır.
Bir de oğulları olur.
Yaşamlarının her dakikası, mutluluktur.
Ölü Ozanlar Derneği filminin unutulmaz felsefesiyle, her günü bir çiçek toplarcasına yani günü yakalayarak
(Carpe Diem) değerlendirirler.
Yaşamları, gittikçe büyüyen ve güzelleşen bir çiçek buketi haline dönüşür.
Sonra...
Faşizm, ülkenin üzerine kabus gibi çöker.
Sonra da, toplama kampları...
Bizim
Yahudi ile oğlunun kampa götürülüşü...
Ve
Yahudi olmadığı halde, ananın da, kocası ve oğlunun ardından kampa gidişi...
Baba, oğluna bunun aslında büyük ödüllü zor bir oyun olduğunu söyler.
Çok uzun sürebilecek bir oyun...
Zorluklardan yılmayan, açlığa dayanan, iyi gizlenerek kamptaki nöbetçilere yakalanmayan çocuk, sonunda 1000 puan toplayacak ve büyük ödülü kazanacaktır.Toplama kampındaki her gün, zehir damlaları gibidir.
Babanın komiklikleri ve oğulun da,
bunun büyük ödüllü bir oyun olduğu inancı nedeniyle, günler akar geçer.
Baba oğul, faşizme adeta nanik yapmaktadırlar.
İnanılmaz güzel bir anlatım.
Asıl önemlisi, en zorlu koşullarda dahi gülebilmeyi, güldürebilmeyi becerebilmenin inanılmaz mucizesi.
Dramın, komedi ile anlatılarak gözleri yaşartması, yanaklarından bir duygu ırmağının süzülüşü...
İşte,
HAYAT GÜZELDİR'in özü.
Yaşam kalitesi
Yaşamın süresi kadar, kalitesi de önemli.
Tıp, genelde yaşamı sürdürmeyi ve uzatmayı amaçlıyor.
Ama...
Doktorun bir görevi, sürdürdüğü ve uzattığı yaşamın kaliteli olmasını da sağlamak.
Robin Williams'ın
Patch Adams filmi, işte bunun örneği.
1999'a yaşamın kara bulutlarıyla girenler için, bir diğer güzel rastlantı da bu filmdi.
35 yaşında iken psikolojik bir rahatsızlık nedeniyle kliniğe yatan hasta, oda arkadaşını güldürerek tedavi edebildiğini farkeder.
Klinikten ayrılır, tıp fakültesine kaydolur.
Hedefi, insanlara yardımdır.
Onlara tıp hizmeti verirken, genlerindeki güldürmek ve mutlu edebilmek özelliğini de sunarak, hastaların yaşam kalitelerini artıracaktır.
Tıp fakültesindeki eğitimi süresince, bu inancını uygulaması nedeniyle, başı fakülte dekanıyla sık sık derde girer.
O nedenle...
Bir ara, okuldan kovulma noktasına kadar gelir.
Ama...
İnancıyla ve felsefesiyle, kendisi gibi düşünen öğrenciler tarafından kurulu bir büyük grup oluşturmuştur.
Hatta...
Bu felsefenin uygulandığı, dağ evinden bozma bir özel hastaneleri bile vardır.
Hastalar, bu doktor adayı öğrenciyi çok sevmektedirler.
Onun girdiği koğuşta kahkahalar yükselmekte,
7'den
70'e her yaştan hastanın en umutsuz olanlarının bile moralleri düzelmektedir.
Sevecen bir rüzgar, koğuşları, koridorları dolaşmaktadır.
O filmde, dramın, komedi ile anlatımı... En zor koşullara gülerek bakmak becerisinin mucize ilaç etkisini ortaya koymakta.
Üvey Anne
Bizim sinemalarda
OMUZ OMUZA adıyla da oynamakta olan
STEPMOM da bir bakıma böyle bir film.
Umutsuz bir hastalığın pençesinde olan ve eşinden boşanmış bulunan annenin trajedisi, nasıl da büyülü bir güzelliğe dönüşebiliyor.
Onun anlayışı, üvey anne adayının kırılmayan ve bir adım gerilemeyen melekçe girişimleri... İçtenliği... Baba, sevgili ve dost yüreğini hep koruyan eski kocadan oluşan ve aynı kişiyle bütünleşen altın denge ve olgunluk...
Sadece hasta anne için değil, onun fırtınalarını hissetmek duyarlığına sahip olan çocukları, baba ve üvey anne için de müthiş zor günler...
Yalın ve yüzeyli olsalar sorunlar azalır.
Göremeyen ve bakmakla yetinenler takımından olsalar, sorunlar kendi ego eksenli dünyalarının dışında kalır.
Ama, duyarlı olmak, onlara acı verdi.
Sonra, gene duyarlı oldukları için ortak mutluluğu yakalayabildiler.
Bu filmde komedi unsuru, diğer iki film kadar güçlü değil.
Sadece bir aroma.
Fakat, üç filmde de hep aynı noktaya geliyoruz.
İyi bakabilmek, gülümseyebilmek, mutlu olmanın ötesinde, mutlu etmeye de çalışmak...
Bizim nesil, cebimizdeki son parayı ihtiyacı olan arkadaşımıza verip, eve yürüyerek gitmeye şartlanmıştı.
Arkadaşımızın derdi, bizim de derdimizdi.
Bugünün
TV jargonu olarak gençlerin dillerinde dolaşan
"O senin sorunun" söylemi ne kadar da itici.
Bu sıraladığım filmler
"O senin sorunun" özentisinin sığlığını ortaya koymaktadır.
Ama, hayır!
"Bizim sorunumuz." Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr