Derviş zorda.
Kendini üçüne de yakın hissettiği DSP, CHP ve YTP’den birine girse, diğerlerinden oy alacak.
Belki üçünün de barajın altında kalmalarına bile neden olacak.
Barajı geçecek olan da yüzde 12 veya 13’te kalacak.
Tutun ki o üç parti arasında bütünleşmeyi sağlayamadı. Siyasetten vazgeçti. Üniversite hocalığına yöneldi.
O zaman "yüzde 25 -30’luk bir çoğunlukla çağdaş iktidardan Türkiye’yi mahrum bıraktın.
Erdoğan’ın AKP’sine Türkiye’yi mahkûm ettin" diye yargılanacak.
O nedenle Ecevit’in "DSP’ye gel" davetine olumlu cevap vermedi.
"Büyük platformda bütünleşmek" için Baykal, Cem ve Bayar’la da konuşacak.
Türkiye’den uzak kaldığı süreçte oluşturduğu somut formül önerilerini sunacak.
Kendisi için hiçbir beklentisi yok.
AB Ortaklık Konseyi’nin nisan ayı toplantısında, Türkiye’deki kuşkular konuşuluyor: "Türkiye, AB için uyum yasalarının tamamını çıkarsa, idamı kaldırsa, resmi olmayan dillerde - Kürtçe gibi - eğitim ve Radyo ve TV yayınını kabul etse, AB gene, tam üyelik görüşmelerini başlatmaz gibi kaygılar var. Ne dersiniz?..."
Türk tarafının bu sorusuna AB tarafının çok ilginç yanıtı oluyor.
AB nezdinde Büyükelçi olarak o taplantıya katılan Nihat Akyol’dan naklen, yansıtıyorum.
"Hafta, hatta gün meselesidir..."
Yani simgesel olarak "hiç bekletilmeden tam üyelik görüşmelerinin tarihi belirlenir" mesajı verilmekte.
Peki ANAP’ın öncülüğündeki çerçeve yasa önerisi AB beklentilerini karşılıyor mu?
Bu konuda "belirleyici" sayılabilecek bir ölçüt var.
Cumhurbaşkanı Sezer’in liderlerle düzenlediği "AB uyum yasaları zirvesi" ile aynı zamanlarda, AB’nin Ankara temsilciliği tarafından bir bilgi notu elden ele dolaşmaktaydı.
AB’nin beklentilerinin bir bakıma dökümüydü.
İşte TBMM’de görüşülen çerçeve yasanın içeriği ile bu notta yer alan beklentiler örtüşmekte.
O nedenle, uyum yasalarının TBMM’de kabul edilmesinin, AB Kopenhag toplantısında "tatmin edici bulunması" beklenebilir.
Yasaların çıkması yeterli mi?
"Evet..."
Fakat "tam üyelik görüşmelerinin başlama tarihinin verilmesi" için "uygulama" da gözlenecek.
Örneğin...
Resmi dil Türkçe’nin dışındaki - Kürtçe gibi - dillerde eğitim, radyo ve TV yayınlarının uygulamaya başlanması.
Yani...
Yasaların kâğıt üzerinde kalmaması.
Eğer uygulama inandırıcı olursa işte yazının başında değinilen "hafta, hatta, gün meselesi" söylemindeki sürat vitesine geçilebilir.
Hiç değilse, Türkiye tarafına AB’den mesajlar böyle.
Peki Kıbrıs sorunu?
O sorun çözülmeden, AB’ye tam üyelik görüşmelerinin başlama tarihi - uyum yasaları çıksa bile - verilir mi?
Aldığım izlenimlere göre "evet.."
Kopenhag kriterleri arasında Kıbrıs yok ki...
Fakat, Kıbrıs’ta çözüm olmaması, tam üyelik görüşmelerini sürgüler.
Nasıl mı?
Uyum yasaları ile kilit açılır ama Kıbrıs’ta çözümsüzlük, görüşmelerin üzerine sürgü çeker.
Yunanistan verilen tarihte görüşmelerin başlamasını veto ile engeller.
Tabii, bunun da faturası AB’ye ve Yunanistan’a da çok tuzlu olur.
İhtilafı içine almış olur.
Türkiye’nin KKTC için olası tavırlarıyla, AB bunalımın tarafı haline gelir.
O nedenle Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu, AB’ye "Türkiye’yi karşıya alacak tavırlardan kaçınılması" uyarılarında bulunmakta.
Yunanistan 15 bin doları bulan fert başına milli geliriyle artık bir başka zihniyet coğrafyasında.
"Savaş" gibi olasılıklardan olabildiğince uzak durmaya çalışıyor.
O nedenle Kıbrıs bağlamında Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini kundaklamak hiç işine gelmiyor.
Kısacası...
Kıbrıs konusunda da akılcı çözümler yılın sonu yaklaşırken sisler arasından karşımıza çıkıverir.
.....
Sonuç...
Türkiye, politikasını başkalarına göre değil, kendi doğrularına göre çizmelidir.