Russell Crowe’un oynadığı Beautiful Mind filmiyle popüler alanda da ünlenen Nobel ödüllü matematikçi John Nash’ı bir kez daha görmek varmış...
Yıllar önce Zeyrekhane’de birlikte, Ali Rıza Bozkurt’un konuğu olmuştuk.
Bu kez de Ali Rıza Bozkurt’un yemek davetinde karşılaştık.
Bilgi Üniversitesi’nin düzenlediği “4. Dünya Oyun Teorisi Kongresi” için gelmiş.
Yalının bahçesinden masmavi akan Boğaz’ı gülümseyerek, dalgın dalgın seyrediyordu. Saçları daha da beyazlamış. Yılların yorgunluğunu yüklenmiş gibiydi.
Ali Rıza Bozkurt’un orijinallerinden bire bir kopyaları olarak yaptırttığı saltanat kayığına bindik.
Kanlıca’ya kadar uzanan bir Boğaz sefası yaptık. Bu arada tahmin edeceğiniz gibi- ilginç konuşmalar da geçti.
Örneğin, Radikal yazarı ve Turkish Daily Mail’in Genel Yayın Yönetmeni Murat Yetkin, kısaca yansıttığım, aslında daha uzun olan bir soru yöneltti:
“Kazan- kazan teorinizle matematik dalında Nobel ödülünü aldınız. Peki, kaybet-kaybet de olur mu?”
Dâhi matematikçi, “elbette olur” cevabını verdi. ODTÜ makine mühendisi olan ama gazeteciliği seçen Murat Yetkin bu kez kâğıda bir matematik denklemi yazdı.
Mühendisler iyi matematikçidirler.
Nash’a bu formül için ne düşünüyorsunuz diye sordu.
O da bir formül yazdı.
Sonra boydan boya bir çizgi çekip altını imzaladı, karşılıklı gülümsediler.
Bu da bir diyalog türü.
Sanıyorum usulca ve çok yavaş konuşan John Nash matematik dilini daha çok seviyor.
Ben, hayat parçacığını üreten “CERN” çalışmaları için ne düşündüğünü öğrenmek istedim.
“Çok büyük bir bilgi birikimi” yorumunu yaptı.
Hürriyet yazarı Benmayor “ABD başkanlık seçimini” sordu.
Prof. Nash gülümseyerek “sahte, aldatmaca (fake)” dedi.
“Obama’nın yeniden seçilmesi garanti değil” diye ekledi.
“Kazan-kazan” teorisine ilham veren eşi Alicia Nash her zamanki gibi yanındaydı. Bozkurt’un davetlileri arasında ekonomi dalında Nobel ödüllü iki profesör daha vardı.
New York’ta hatta Boston’da bile üç Nobel ödüllü bilim adamının bir araya geldikleri ortamlar herhalde azdır.
Gecede Bilgi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Remzi Sanver konuşmasıyla bana bunu düşündürttü.
Bilgi Üniversitesi’nin düzenlediği bu kongreye 44 ülkeden 800 bilim adamı katılmış.
Yaklaşık 200 bilimsel oturum, 550’ye yakın sunum ve Nobel Ödüllü John Nash, Eric Maskin, Reinhard Selten ve Roger Myerson’ın katıldığı Nobel paneli gerçekleştirilmiş.
Ama...
Onlardan aynı Nobel ödülünü paylaştığı Alman Reinhard Selten ile sanırım bir daha yakın koordinatlarda görünmedi. Ali Rıza Bozkurt’un yalısında da aynı masayı paylaşmadılar, hiç konuşmadılar.
ALEVİ DEDESİ GİBİ
Üç Nobelliyi evinde bir araya getiren Ali Rıza Bozkurt “Tanrı dehaların Olimpos’u oldu burası” dedi.
Ali Rıza Bozkurt’u biraz tanıtmakta fayda var.
Zariftir, kültürlüdür, bilgedir, Alevi dedesi gibidir.
İş hayatında büyük başarılara imza atmıştır.
Çok kazanmıştır.
Ama kazancın esiri olmamıştır.
Kabe’nin onarımı gibi çok önemli işi Suudi Arabistan ona emanet etmiştir.
Sonra işleri bir yana bırakıp Boston’da fındık kabuğu kadar bir daire kiralamış, hukuk doktorası yapmıştır.
Anayasa kitapları yazmıştır.
İyi saz çalar. Türkülerimizi New York’ta rock gruplarına, rock ritminde çaldırtan girişimleri vardır.
Ankara’daki evi müzedir.
Küresel muhite sahiptir.
Boğaz’a, rakıya ve bağlamaya değişmez. Nash’ı Türkiye’ye getiren de odur. Saltanat kayıklarını hizmet olsun diye bire bir yaptırmıştır.
Haliç’ten Boğaz’a turistler kendilerini padişah hissederek dolaşıyorlar.
Bozkurt, iyi baba, iyi dost çok iyi bir aile reisidir. Her millete böyle Bozkurtlar lazımdır.
FRANKİE’NİN RUHU DOLAŞIYOR
Evrim’in müzik tarzı için şu tanımı çok sevdim.
“Elleri evrensele uzanıyor, ayakları Anadolu toprağına basıyor.”
Nasıl, çok güzel değil mi?
Evrim bu tanımı boşlukta bırakmıyor, altını sesiyle, yorumuyla, ışığıyla iyi doldurmakta.
Fransız şansonları, İspanyol şarkıları, Amerikan romantikleri ve başta Sezen Aksu olmak üzere “bizim” seslerimiz.
İstanbul’da yemekte canlı müzik mekânı boşluğu vardı.
Kaya Demirer’in açtığı ve Evrim’in sahne aldığı “FRANKİE” bu arayışın cevabıdır.
Nişantaşı Sofa Otel’in terasında geniş ve şık bir mekân.
Daha önce de restoran bar konseptinde tutulan lezzet güzellikleri onundu.
Boğaz’ı gören püfür püfür terasta rahat koltuklara gömülüp aperatif...
Sonra masaya geçerek Şef Midillili Simos’tan Türk damağına göre yorumlanmış lezzetlerinde tadım yaparken, önce DJ’den sonra Evrim’den müzik...
Pist dans için hazır.
EN GÜZEL KADIN
Geçenlerde “anket” gibi bir soruyla karşılaştım.
“Dünya sinemasında size göre en güzel kadın kim? “
Düşündüm.
Güzel, çok güzel bulduğum kadın oyuncular elbette var.
Ama...
İşte en güzel diyebileceğim biri diye bir ayırım yapamadım.
Artık seçimimi yaptım.
Cevabım: “Blake Lively...”
Fakat bir şartım var “VAHŞİLER filmindeki görüntüsüyle...”
Gösterimde olan bu film ünlülerle dolu.
John Travolta, Uma Thurman, Salma Hayek, Del Toro...
Yönetmen 3 Oscar’lı Oliver Stone.
Ama biz erkek milleti için sadece Blake Lively bile yeter.
Ayrıca film de gerçekten güzel.
......................................
Genç kızlara da not:
Filmin iki erkek başrol oyuncusu da sizin sık sık içinizi çekmenize neden olabilir.
Özay Şendir
‘Diyalektik bir şey’ olarak Lozan tartışması...
16 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Sosyolojik hatalar!
16 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Sanatçılar ‘Terörsüz Türkiye’ istemiyor mu?
16 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Krizler, görüşmeler ve sonuçları
16 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
İttifak’ta görüş ayrılığı çıkmadı
16 Mayıs 2025