Halka IMF’nin ateşten gömleğini giydirip de ilk seçimde devrilmemiş iktidar yok. İsrail, Romanya, Meksika, Arjantin, Brezilya...
Sadece Güney Kore’de bu olmamıştır. Uzak Asya ekonomik krizi vurduğunda Kim Dae - Jung yönetimindeki Güney Kore, 1998’de IMF ile anlaşmak zorunda kalmıştı. Ancak üzerinde anlaşılan ekonomik istikrar programını ve yapısal değişimi, "IMF belasıdır" diye bakarak "kerhen" değil, "ulusal onur sorunu" görerek gerçekleştirdi. Her şeyi inanılmaz bir süratle ve hiç kaçamaksız, sapmasız, ödünsüz tamamladı. IMF ile anlaşma, öngörülen tarihten hayli önce tamamlandı. Laçkalıklarla, kaytarmalarla "Bitmeyen senfoniye" dönüşmedi.
IMF, hâlâ Güney Kore’yi örnek ülke olarak göstermekte.
Ayrıca...
Güney Kore bu ciddi ve güvenilir tutumu ile olumlu sonuçlar aldıkça eli kuvvetleniyor, görüşleri ağırlık kazanıyordu. Bazı duyarlı konularda IMF ile yeni pazarlıklar yapabilmek olanağını elde ediyordu.
Örneğin... IMF’nin "Yatırımları azaltın... Faizleri yükseltin" önerilerini pazarlıklarla yumuşattı. Reel ekonominin ayakta kalması ve büyüme ile halkın desteği ve toplumsal uzlaşma arasındaki çapraz ilişkileri iyi izah etti.
AKP’nin de tek başına iktidar olarak, Güney Kore örneğini tekrarlama şansı var.
Koalisyon ortağı direnişleri, kaprisleri olmayacağı için takılmadan hızla yol alabilir.
İyi sonuçlar almakta takvimle yarıştıkça, pazarlık gücü de artar.
AKP hükümetinin IMF ile anlaşmak ve bunu sürdürmekten başka seçeneği zaten yok.
Zamana yayarak, kaçamaklara kalkışarak, kaprislerle çelmeleyerek iktidar ortaklarının siyaseten intihar ettikleri 3 Kasım seçim sonuçlarıyla ortada.
Bakınız...
Üç ortak parti lideri de aktif siyasetten çekilme kararlarını açıklamış bulunuyorlar.
Onların başarısızlık kanıtı, toplam oylarının 3 Kasım’da yüzde 15’in altına düşmüş olması.
Aynı kaypak yolu izlerse AKP’nin de sonu bu olur.
Hızla gelen oylar geldiği gibi gider de...
Oysa başarı için önünde şanslı bir yol uzanmakta.
Batılı kafanın "kazan... kazan" (win...win) ilkesi vardır. "Sen de, o da birlikte kazanın" mesajını verir.
Bu bağlamda AKP’nin iktidar, bizim de ulus ve ülke olarak kazanmamız mümkün.
Gerçekten mümkün mü?
Siyasetin bir bileni Demirel ile bu konuyu söyleştik.
İşte onun penceresinden 4 Kasım manzarası:
"Halk seçim sandıklarından istikrar çıkardı."
Parçalanmış partilerle yamalı bohça ortak hükümetlerin yönetemeyen demokrasileri yerine, tek parti iktidarlı yöneten demokrasi istemiyor muyduk?
İki turlu oylama, partiler ittifakı için Seçim Yasası’nda değişikliklere gitmeden halk, sandıkta bu isteneni yaptı işte.
Demirel, "180 milletvekilliği de muhalefet için ağırlıklı sayıdır" diyor.
AKP, Refah’ın yanlışlarına düşer mi?
Demirel’in cevabı şöyle: "Sanmam. Gerekli dersleri almışlardır. Hem Türkiye’de kurumlar, kamuoyu, medya, yargı var... Unutulmasın ki, Erbakan başbakan iken onun partisi için yargı, kapatma kararı açabildi. Ayrıca şimdi seçilenler de bu memleketin çocukları."
Ya ekonominin çarkları?
Demirel umutlu:
"Ben başbakan olduğumda Türkiye’nin döviz geliri yılda sadece 450 milyon dolardı. Şimdi 45 milyar dolar. Yüz misli... Bu para büyüktür.
Son Economist’e göre Türkiye’nin döviz rezervi 25 milyar dolar. Koca Rusya’nın 41, Brezilya’nın 37 milyar dolar.
Krize rağmen Türkiye üretti, ihraç etti.
Bugün piyasalar da olumluydu."
Evet..
Siyasette hava tahminleri fena değil. Türkiye’nin önünde kabaran dalgalar görünmüyor. Yeter ki dümene gelecek olanlar "madem denizde dalga, havada bulut yok bari karaya oturtalım" yanlışına düşmesinler.