TV haberlerinde izledim.
Gözaltındaki özel timcilerden Ayhan Çarkın, ifade verdiği savcılıktan çıkışta - Söyleyeceğiniz bir şey var mı? - diye soran gazetecilere, şöyle diyordu:
"Bizi İtalya'dan getirttiğiniz savcı Scarpinato'ya yargılatın.
Mahkum ettirin.
Ama... Yok... Bizi Türk savcıları, Türk hakimleri yargılayacak. Onların adaletine inanıyoruz."
Bu genç adamın duygusal tepkilerini anlıyorum.
Kendi anlayışına göre devlet için çarpıştığı kanısındaydı.
Devlet hizmeti çizgisini aşan bir cinayet hadisesinin gerçekten içinde olup olmadığını bilemem.
Ben hukuk eğitimi almış bir gazeteciyim.
Sanılarla, komplo teorileriyle hüküm vermek hukuk disiplinine aykırıdır.
Hukuk "sağlam kanıt" ister. Bunu irdeleyecek olan yer ise mahkemelerdir.
Şu satırların yazarı da aynı fakültenin sıralarından geçtiği Türk yargıçlarına ve savcılarına inançlıdır.
İTALYA'dan Scarpinato gibi savcıları getirtip, Ayhan Çarkın ve arkadaşlarını yargılatma iddialarına gelince...
Scarpinato'nun buraya getirilmesindeki amaç, eğer masum iseler,Çarkın ve arkadaşlarının ve de amirlerinin aleyhlerine değil, onların yararlarınadır.
Çünkü... Çabamız, hukuk devletine katkıdır.
Adalet teknolojisine İtalya'nın mafya, siyasetçi ve polis şefleri deneyimini taşımaktır.
Kaldı ki...
Bir diğer amaç da, hukuk adamlarına dokunulmazlık ve tam bağımsızlık için çağdaş modelleri kamuoyuna göstermek ve kamuoyunun desteğini sağlamaktır.
Nitekim, Scarpinato'yu televizyondaki programımızda dinledikten sonra, Topal davasını yürütmekle görevli olan Sarıyer savcısının gazetelerde "Biz bir savcı Scarpinato olamayız. Onlara verilen olanaklara ve bağımsızlığa sahip değiliz" sözleri yayınlandı.
Yani...
Türk savcısı, Türk hakimi de daha fazla bağımsızlık ve çağdaş olanaklar istiyor.
CIA'dan MOSSAD'dan terör uzmanları getirtilir.
İtalya'dan ceza kanunu alınır. Aynen hukuk sistemimize aktarılır.
Bütün bunlara ses yoktur.
Ama...
İtalya'dan Türk hukuk sistemine bağımsız yargıç ve savcı korunmasını model olarak taşıyan savcı gelince, kıyametler kopar.
Neden?
BU bağlamda gündemdeki iki konuya daha işaret etmek isterim.
Birincisi... TÜSİAD raporudur.
Rapor, genelde iyi ve düzeyli bir araştırmadır. Raporun sadece altındaki imzaya bakarak, okumadan hüküm vermek yanlıştır.
Böyle bir çalışma yaparak TÜSİAD çağdaşlıktan yana tavır koymuştur.
Demokrasi için medeni cesaret örneği vermiştir.
Ancak... Üç konu; Kürtçe konuşmak, MGK'nın anayasadan çıkarılarak yasalarla düzenlenmesi ve Genel Kurmay'ın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması çok duyarlı alanlardır. Züccaciye dükkanında dolaşırken gösterilen özen bu konuda esirgenmemeliydi. Doğruların zamanlaması da gözetilmeliydi.
RP daha henüz 6 aydır iktidar ortağı.
Bu partiye karşı haklı olarak büyük duyarlılık var.
Türkiye hala şu iki görüşten birinde çözüme varmış değil.
A) Hiçbir zaman iktidara gelmemeli. İktidara gelmişse indirilmeli. Kadrolaşması önlenmeli.
B) Bu parti demokrasinin bir kurumudur. Diğer partilerin de hataları ve uzlaşmazlıkları sonucu da olsa, demokratik seçimlerden geçerek iktidara gelmiştir. İktidarda bir süre kaldığı takdirde yıpranacaktır. Ölçüsüz vaadlerinin gerçek olmadığı anlaşılacaktır. RP efsanesi sönecektir. Demokrasinin makul ve normal yollarıyla iktidardan zamanı geldiğinde uzaklaşacaktır. Böylece demokrasi, kökleşecektir. RP içindeki keskin islami siyasetçiler ve köktendinci gençlik kesimi bu geçiş süresi içinde belki, demokrasiyle, sistemle bir ölçüde barışabilirler. Hoşgörü ve uzlaşma çerçevesine girebilirler.
Çünkü... Onları şimdilik ateş üstündeki bir düdüklü tencerenin kapağı gibi Erbakan tutabiliyor. Erbakan'ın RP hareketini çekirdekten başlayarak iktidara taşıyan manevi ağırlığı bu baskıyı yapabilmekte.
Ama Erbakan da bir fani. Politikasının pek çok boyutuna hiç katılmasak... RP'ye oy vermemiş olsak... Benimsemesek de Erbakan'ın bu fonksiyonunu görebiliyoruz. Erbakan'dan sonra düdüklü tencerenin üzerindeki ağırlık yok olduğunda, kapak fırlayabilir, baskı altındaki keskin islami siyasetçi taban, örgüt ve gençlik patlayabilir.
Bu Erbakan önünde olmayacağı için oluşacak sosyal dalgalar, siyasette tahribat yapabilir. RP'nin iktidarı paylaştığı şu dönem çok iyi değerlendirilmeli ve RP sisteme kazandırılmalıdır.
Necmettin Erbakan ile başbakan olduğundan bu yana sadece bir tek kez bu ayın başında DURUM programı için bir araya geldik, konuştuk. Bütün siyasetçilere olduğu gibi Erbakan'a da yazılarımda ve TV konuşmalarımda ne belirttiysem onu söyledim. Şu satırlarımda da yer alan açık düşüncelerimi yansıttım.
Söyleşimiz sürerken Erbakan'a belirttiğim gibi, biz kimseden değil, Türkiye'den yanayız.