Mangalda kül bırakmayanlar -birkaçı dışında- “darbe” polisliğinde yarı yolda duruyorlar. İşin ucu “darbe günlüklerine” geldiğinde “tık” yok.
Ufuk Uras’ın konuyu TBMM’ye taşıma girişimine AKP’den tek imza çıkmadı.
Medyanın hükümetçileri bu “kuzuların sessizliğini” görmezlikten geldiler, tek kelime bile eleştirmediler. Hani milli irade?.. Hani demokrasilerde çözümün kutsal çatısının parlamento olduğu söylemleri?..
Darbe polisliği yasak bölgenin dikenli tellerinde duruyor.
Öte yandan, o günlüklerin doğru olup olmadığı da meçhul.
Satırlarla takvim yaprakları örtüşüyor ama oradaki satırların bir kısmı gerçek olsa da, bilgisayarları çözen “çok özel” ellerden başka satırlar eklenip eklenmediğini bilemiyoruz.
Fakat...
Çözülmeyecek sorun değil. Güvenilir uzman kuruluşlar bunun cevabını verebilirler. Ama “soran” irade yok.
Mizahın unutulmaz tiplerinden “En Kahraman Rıdvan” rolünü çalanlar, önce Ufuk Uras’ın “sindiler” söylemini hatırlamalı ve o coğrafyada kendi koordinatını düşünmeli.
Yoksa amaç iddiaları ortada bırakarak askeri törpülemek mi?
KIYAMETİN ORTASINDA
Yaşanan süreç “siyaset kıyameti” olarak da yorumlanabilir.
Bir an kendinizi 11 Anayasa Mahkemesi üyesinden birinin yerine koyun. Çevrenizdeki fırtına, şimşek, tufan ortamında karar vereceksiniz.
Türkiye için çok değerli o “tek bir oyunuzu” kullanacaksınız.
Nasıl da büyük bir sorumluluktur bu. Omuzlarınızda o kıyametin tüm ağırlığıyla gireceksiniz her sabah toplantı salonuna. Her akşam çıkarken kapılar açıldığında kıyametin alev alev üstünüze geldiğinizi hissedeceksiniz. Ama bunlar küçük kıyamet.
Sonunda... Şu ya da bu yönde karar alındıktan sonra asıl büyük kıyamet.
Onlardan biri hukuktan sınıf arkadaşım. Fakülte sıralarında da çok ciddi ve çok çalışkandı.
Arka sıradan öne eğilip kâğıdına bakarak kopya çekme çabalarına karşı öyle güzel korunurdu ki, değil yazdıklarını, kâğıdının köşesini bile görmezdi kimse...
Bu anı bana, o 11 kişi için güven veren bir simge. Kendilerini dışarıdan gelen uğultuya bırakırlarsa, o zaman içlerinde de bir başka kıyametin kopacağının ve ömür boyu süreceğinin bilincinde olduklarını düşündürtüyor.
Çok ağır ve tarihi bir misyonu üstlenmiş bulunuyorlar. Bu koşullarda Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümüne “Allah kuvvet versin” demekten başka söylenecek söz yok.
KUZULAR AVİZE SEVER
İzzet Çapa tam bir çılgın... Sanıyorum... Mekânlarını önce bir yağlıboya resim gibi düşünüyor ve kurguluyor. Duygularını, tuval yerine mekâna yansıtıyor. Renkler, ışıklar, figürler...
Bu kez de İstanbul’da Longtable’yi yaptı.
İlk düşüncesi uzun masalarda insanlarını bir araya getirmekti.
Elbette...
Masa grupları da var.
Hepsinin çizgileri, ışık ve renkleri öylesine farklı ki.
Ve terastaki kuzular ile onların yüzlerine kadar sarkan pırıltılı dev avize.
Böyle çılgınlıkları başka ülkelerde de görürsünüz.
Örneğin, Mallorca’da papağanlar, maymunlar, koca koca kabaklar üzerine çöreklenmiş yılanlar...
Biz gene İzzet’in renklerine ve kuzularına dönelim. Kuzuların üzerine sarkmış dev avizeyi “dev bir ampul olarak algıladım”.
2008 Türkiye’sinden siyaset manzaralarına uymuyor mu? “Sessiz kuzular, üzerlerine abanmış kocaman ampul...”
O nedenle yüzde 47 oya bakarak “Kuzular avize sever” başlığını attım.