Tatil dönüşü, denizin tuzunu, kokusunu, rüzgârını taşıyan bir yazı...
Medyada kıvılcımlar uçuşuyor. “Sınırda savaş...” Başbakan Bodrum’da tatilde...
Döndü de ne değişti?
Keşke daha uzun tatil yapsa, özellikle tekneyle mavi yolculuklara çıksa...
Nedenini anlatayım...
Özal, başbakanlığının ilk yıllarında “çevre cinayetine” imza atmıştı. Gökova Termik Santralı’nı, bütün karşı söylemlere, eylemlere, direnişlere karşın, inatla Gökova’ya II. Dünya Savaşı’nda Nazilerin Yahudileri yaktığı insan fırını kriminatuar gibi inşasını sürdürtmüştü.
“Hava kirliliği, pis koku, Gökova’ya asit yağmuru, kıyım, denizin küsmesi” gibi tüm uyarılara kulakları tıkalıydı.
Elektrik mühendisi kafası “enerjiye” endeksliydi.
Deniz zevki de Aktur Sitesi’nin plajıyla sınırlıydı.
NİRVANA’YA ERDİ
Özal ne zaman ki Nurettin Koçak’ın Nirvana adlı teknesiyle Göcek koylarına uzandı, o zaman mavi ve yeşil kültürünü, sevgisini yaşamaya başladı.
Doğaya bakışında “nirvanaya erdi. ..”
Özal keşfetmeden önce Göcek tam bir doğa cennetiydi.
Bugünkü villalar ve sahil binalarının -bir iki sahil kulübesi, bar ve dükkân dışında- hiçbiri yoktu.
Hatta elektrik bile gelmemişti.
Sahildeki balık lokantasında gaz lambaları eşliğinde “rakı-balık” yapılır, tekneler hayaletler gibi koylara doğru uzaklaşırdı. Bir de Simavilerin Domuz Adası, Göcek’in simgesiydi. Belma Simavi’nin konukları, denize gül yaprakları atılarak karşılanır ve uğurlanırdı.
Zaten kaç tekne olurdu ki!..
Özal’la birlikte, Göcek, çekim merkezi oldu.
İstanbul burjuvasının ünlüleri, önce apartman gibi yatlarla üşüştüler. Sonra da Göcek’in koylarını, adalarını satın aldılar.
O doğa harikası koyları betona dönüştürecek otel projeleri yaptırıldı.
İştahlar kabarmıştı.
La Grande Bouffe (Büyük Tıkınma) filmi gibi, maviyi, yeşili oburca tüketmek saldırısı başlamıştı.
İşte tam bu kritik süreçte Özal devreye girdi.
Göcek dahil Ege kıyılarında bir dizi sahil yöresini, körfezleri, koyları kanunla korumaya aldırdı.
“Kanun çıkaralım, kolay kolay aşamasınlar” demişti.
Okluk Koyu’nda yazlık çalışmalarını yaptığı konut bile çevre bilincini yansıtan mütevazı bir küçük evdi. Personel için konutlar inşa edilmemişti, doğayla uyumlu yeşil renkli treylerlerde kalıyorlardı.
Böylece Göcek ve diğer koruma altındaki sahil yöreleri 20 yılı aşkın süredir betonlaşmadı.
BARBARLARIN İSTİLASI
Meclis’ten kanunlar çıkmakta. Başta Hazine’ye ait koylar olmak üzere sahiller, yeni inşaat barbarlarının istila tehdidi altında.
Özal deneyimi de gösteriyor ki, gösterilerle, direnişlerle olmuyor.
En etkili çare, iktidarın doruğunda olan kişinin “mavi-yeşil” kültürüne kazanılması.
Bunun için de o kültürü yaşaması gerekiyor.
Erdoğan da motoru susturulmuş teknede sadece rüzgârın sesini dinleyerek yelkenle seyir yapmanın, yeşille mavinin dudak dudağa geldiği koylarda demirlemenin, temiz sularda kulaç atmanın, mehtabın tadını almalı...
Teknenin kıçında açık havada yatarak yıldızları seyretmeli, yelken donanımların rüzgârda birbirine vurarak çıkardıkları sesleri dinleyerek uyumalı, sabah güneşin doğmasıyla birlikte çekirgelerin cayırtısıyla uyanmalı, kendini suya bırakıvermeli.
Denizden, rüzgârdan, balıktan, ahtapottan açılan sohbetlerde bulunmalı.
Tekneden çıkıp çam ormanlarında uzun yürüyüşler yapmalı.
Yani... Koruma altındaki koyların betonlaşmasına karşı çıkanlarla aynı dünyanın, aynı lisanın insanı olmalı.
Böyle kısa hafta sonu tatilleri değil...
5 ya da 7 yıldızlı beton yığınının soğuk hava tesisatlı bloklarında da değil.
Denizde geçecek, elinin suya değeceği tekne yaşantısında...
Yoksa... Korkarım ki, tüm dünyada en güzeller arasında olan, henüz betonlaşmamış koylarımız da yeni yasalarla elden gider.