Asansör aşağıya süzülürken içeridekilerden biri yanındakine Türkçe, "Ulan bir şu bodur maymun gibi herife bak, bir de yanındaki sülün gibi güzel kadına" der.Çıkış katına gelindiğinde asansörün kapısı açılır, Ahmet Ertegün kendisinden "bodur maymun" diye söz eden iki genç Türke, "Hoşça kalın arkadaşlar, ama önce size bir şeyler söyleyeceğim" der ve birkaç laf eder:"Sizin 'bodur maymun' dediğiniz ben Ahmet Ertegün'üm.Ağabeyim Nasuhi Ertegün ile birlikte Atlantic Records'un kurucusu ve ortağıyım.Babam, Lozan Konferansı'nda İsmet İnönü'nün danışmanı olan ve daha sonra Washington Büyükelçiliği yapan Münir Ertegün'dür. Size kartımı vereyim. İsterseniz arayın, görüşelim. İyi günler..."Asansördeki iki genç Türk, "baltayı taşa vurdukları için" fena halde bozulmuşlardır."Bodur maymun" dediklerinin Türk olduğunu akıllarından bile geçirmemişlerdir.Ahmet Ertegün'e "bodur maymun" diyen genç adamın kim olduğu ise en az bu anı kadar ilginç.O genç, daha sonraları Galatasaray'ın unutulmaz başkanı olarak tanıyacağımız Selahattin Beyazıt'tı.Bu asansör diyaloğu, Ahmet Ertegün'ün ölümüne kadar sürecek çok iyi bir dostluğun miladı oldu.Selahattin Beyazıt, Ahmet Ertegün'ün hep "can dostu Selo'su" oldu.............................Bu anıyı, Ahmet Ertegün'den Cannes'da dinlemiştim.Ertegün "yılın müzik adamı" seçilmişti.Ödülünün, MIDEM Festivali'nde verilmesi bağlamında düzenlenen davetteydik.Dünyanın her tarafından ünlü müzik adamları oradaydı.Cannes Festival Sarayı'nın bir salonundaydık.MIDEM, Uluslararası Müzik Plak Yapımcıları Editörleri Birliği'nin kısaltılmış adı.Verdiği ödül çok önemli.Bu güzel buluşmada dönemin Fransa Kültür Bakanı Catherine Trautmann, Ertegün'e "Edebiyat ve Sanat Şövalyesi" ödülünü verdi. Madalyası göğsüne takıldı.Bir gece sonra da Cannes Belediyesi, Ertegün adına görkemli bir havai fişek gösterisi düzenledi............................O gecenin geç saatlerinde Ahmet Ertegün'ün çok az sayıda dostuyla birlikte gece kulüplerini gezdik.Bir başka müzik festivaline gittik.Ertegün'ün not defterinde "dinleyeceğim" diye işaret koyduğu şöhret adayı seslerin mekânlarına gittik.Onları dinledik.Böyle önemli bir gününde bile Ertegün, "yeni ses avcılığını" sürdürüyordu.............................Zaten yaşamı böyle geçmişti.Müzik evrenindeki yolculuğu önce Fransa'da başlamıştı. 20'li-30'lu yıllarda müziğin Josephine Baker, Coleman Hawkins gibi ünlü siyah Amerikalıları Paris'teydiler.Ertegünlerin anneleri piyano çalmaktadır, Josephine Baker hayranıdır.Çocuklarının sanat aşkı da buradan gelmektedir. Ahmet ve Nasuhi Ertegün kardeşler, Paris'te bir yandan oradaki Amerikalı müzisyenleri, öte yandan Fransa'nın ünlülerini izliyorlardı.Amerika'ya gittiklerinde Ahmet Ertegün, George Washington Üniversitesi'nde Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi.Ancak... İki kardeşin akılları müzikteydi.Dişçi bir dostlarından aldıkları 10 bin dolar borçla, Atlantic Records adlı plak firmasını kurdular.Ray Charles'tan Rolling Stones'a kadar uzanan yüzlerce ünlü sanatçıyı bulan ve zirveye taşıyan bu firma, ABD'nin 1 numarası oldu. Müziğin Oscar'ı sayılan Grammy Ödülü'nü de aldı..............................Ertegün, Türkiye'nin tanıtımı için büyük katkılarda bulunmuştur. Gönlündeki istek, bugün başbakan danışmanlarına bile verilen "büyükelçilik" unvanıydı.Nedense Ertegün'den esirgendi.Nur içinde yatsın. gunericivaoglu@milliyet.com.tr Metin Toker'in söylemiyle, Ahmet Ertegün de "görünmez oldu." Ondan dinlediğim bir anıyla gireyim yazıya... Çok yıllar önce olay, New York'ta geçer. Ahmet Ertegün henüz genç bir adamdır. Bir gökdelenin asansörüne, harikulade güzel sarışın kadınla girer.