MESUT Yılmaz'a Budapeşte'de saldırıyla belki de paralel oluşturabilecek bir olayı yansıtayım.
Güney Amerika'da bir Başkanlık seçimi kampanyası... Dürüst ve temiz genç başkan adayı yanında eşi ve oğluyla bir miting konuşması yapmaktadır. Aniden bir silah sesi duyulur. Yanından vızıldayan kurşunlar oğluna rastlar. Çocuk yaralanır. Yere düşer. Başkan adayı konuşmasını keser. Oğluna sarılır. Kucağında ambülansa taşır. Neyse ki kurşunlar sadece sıyırmıştır. Yara hafiftir.
Oğluna sarılan başkanın gömleği kan içinde kalmıştır.
Seçim kampanyasını yöneten "siyasi tanıtım uzmanı" yanındakilere, başkanın korumalarına, yardımcılarına, sekreterlere şöyle bağırmaktadır:
"Üzerindeki gömleği sakın atmayın. Sakın yıkamayın.
Böylece saklayın.
Seçim gününe kadar liderimiz her mitingde bu kanlı gömleği giyecektir.
Bize seçimleri bu kanlı gömlek kazandıracaktır."
BU örnek bir filmden alınmıştır.
Siyaset pazarlamacıları denen lider danışmanları psikolojisini ortaya koymaktadır.
En duygusal ortamlarda bile, hadisenin üstüne çıkan profesyonelce başarı koklamak yetisidir bu.
Liderler de onlara teslimdirler.
Budapeşte kazasından sonra doğal olanı Yılmaz'ın kanlı ceketi, kanlı gömleği, kanlı kravatı ile Türkiye'ye gelmesiydi.
Kitlelerin önüne bu kanlı giysilerle çıkmasıydı.
Mafya, siyasetçi, gizli servisler karanlık üçgeni üzerine cesetle yürüyen bir muhalefet partisi liderinin şahsında demokrasiye saldırıyı o görüntüler kadar ortaya net koyabilecek başka bir simge düşünülümezdi bile.
Fakat o ne?
Boynunda fuları, spor ceketi, pahalı İngiliz pardösüsü içinde iki dirhem bir çekirdek Mesut Yılmaz görüntüleri yansıdı ekrana. Sadece burnunda bile tampon ve biraz sargı bezi...
Sanki cesaretle fazilet mücadelesi verdiği için karanlık çete güçlerinin saldırısına uğradığı kuşkuları veren muhalefet lideri değil de... Şık giysiler içinde bir burun ameliyatı geçirdikten sonra hastanaden çıkmış bir ünlü...
Bu kadar iyi bir siyaset malzemesi ancak böyle harcanabilirdi.
DAHASI...
Budapeşte'de geçen 8 - 10 saat de çorbaya döndü.
Saldırganı koskoca iki koruma nasıl yakalayamaz?
Bir liderin korumaları bu denli beceriksizce seçilmiş olabilir mi? Hele o lider Türkiye'yi korumak iddiasındaysa...
Saldırganın nasıl olup da kaçabildiğini Cavit Kavak'ın anlatışıyla TV'den defalarca izledim. Hiçbir şey anlamadım. Çevremden kimse de anlamamış.
"Yakıt ikmali için Budapeşte'ye iniş" gibi bir gerekçeye de içtenlikle inanmak zor.
Bir kumarhane lafıdır gidiyor. Gerçi, kaldıkları otelin kumarhane kayıtlarıyla Yılmaz'ın kumarhaneye gitmediği kanıtlanıyor, ama, bir şeyin söylentisi vukuundan beterdir.
Saldırıyı adeta üzerine toprak serpercesine örtmek çabaları üzerine kumarhane söylentileri ön plana geçmiştir. Toplum Yılmaz'a saldırıyı değil Yılmaz'ın kumar oynayıp oynamadığını konuşur hale getirilmiştir.
Hele...
Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapmış olan Yılmaz gibi deneyimli bir devlet adamının tüm uluslardan mafya uzantılarının cirit attığı Budapeşte'ye inerken, oradaki Türkiye Büyükelçisi'ne haber vermemesi... Daha o seyahatinin 24 saat öncesi TV ekranlarında "tehdit altındayım" demişken, Macar devletinden koruma istenmemiş olması anlaşılır gibi değil.
Ve nihayet saldırgan kaçarken onun kovalanmaması... Hatta Macar polisine bu konuda zabıt tutmama ricası...