Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Genetik olarak bize geçen bir yüz ve beden ifadesidir “gülmek.”
Minnacık bebekler bile, beşiklerinde zaman zaman ne de tatlı gülerler.
Çocuk genlerinde, kromozomlarında kayıtlı “gülmeyi” bile unutabilir mi?
.......................
Bir film...
İkinci Dünya Savaşı yılları.
Macaristan’daki bir “toplama kampı.”
8-10 yaşlarında bir çocuk.
Kendini bildiğinden beri o kampta.
Dışarıyı bilmiyor.
Ailesi de yok veya bilmiyor.
Bu ara kampın komutanı çocuğu çağırıyor, ona “nasıl kaçacağını, saati, elle çizilmiş basit harita ve bir de pusula” veriyor.
“İtalya’ya git. Orada Kopenhang’a giden bir vapur bul ve kaçak olarak gir. Kopenhang’a varınca bu zarfı polise ver. Güvende olacaksın” diyor.
“Kimseye ama kimseye sakın itimat etme” diyor.
Çocuk “kendisine eziyet ettiğini sandığı kamp komutanı subayın bu iyiliği” karşısında şaşırıyor ama onun dediklerini yapıyor.
Gerisi çok maceralı.
Sonraları anlıyoruz ki kamp komutanı çocuğun annesine âşıkmış.
Aşkı uğruna kamptan firarı düzenlemiş.
Çocuk Kopenhag’a varıyor.
Ayrıntısına girmeyeyim, annesine kavuşuyor.
Annesi ünlü bir sanatçıdır.
......................
Yazının başına döneyim.
Film boyunca pek çok dramatik sahne vardı.
Masum bir çocuğu kandırmaya çalışan, onu işgal kuvvetlerine ihbar eden alçaklar, vs.
Fakat...
Beni en etkileyen şey “çocuğun gülmeyi/ gülümsemeyi” bilmeyişiydi.
Karşılaştığı bir kız çocuğu onu ailesine şöyle anlatıyor: “Hiç gülmüyor. Yüzü ifadesiz. Gülmeyi bilmiyor mu ne? Ona ‘neden gülmüyorsun, gülmeyi bilmiyor musun’ diye sordum. Bana ‘gülmek mi, o ne demek’ diye sordu.”
Kız çocuğu gülümsüyor/gülüyor.
“İşte gülmek budur” diye gösteriyor.
Çocukcağız yalnız kaldığında elinde kırık bir ayna “gülümsemeye” çalışıyor.
Ağzını çarpıtarak, dudaklarını beceriksizce yanaklarına doğru hareketlendirerek yüzünü aynada seyrediyor.
......................
İçimi acıttı.
Yüreğim cız etti.
Düşündüm ki...
Suriye’de “gülmeyi bilmeyen ya da unutan” yüz binlerce çocuk var.
Onlara Güneydoğu’daki kent çatışmalarında, PKK’nın hayatı zindan ettiği Kürt çocuklarını da ekleyin.
Makineli tüfek taramaları, patlayan bombalar, mayınlar, parçalanmış cesetler, duvarlara sıçramış ya da yerlerde yayılan kan...
Haykırışlar, acı yüklü çığlıklar, yaralılar...
Tehditle sindirilmiş ana babalar, ağlayan kardeşler arasında evlerin duvar diplerine sinerek geçirilen haftalar.
Elektrik olmadığı için zifiri karanlıkta, açlık, dışarı çıkılamadığı için evde çürümeye bırakılmış ölü bedenler...
Çocuğa yüklenen ve kim bilir kaç yıldır belki de ömür boyu sürecek ağır travma.
Uzayın ürperti verici bütün ışıkları, güzellikleri yutan “kara delikler” gibi bir dehşet ortamı.
Çocuk “gülmeyi” unutur.
Zaman geçer ama kendini kırık bir aynada “gülmeyi” öğrenmeye çalışırken bulur.
“Çocuklara gülmeyi unutturmak” PKK’nın sicilinde en ağır suçlarından biri olarak yazılacaktır.