Hapisteki gazeteci arkadaşlarımız Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın önümüzdeki seçimlerde CHP’den milletvekili seçilmeleri tartışılıyor.
Bunda hukuk engeli yok.
BDP milletvekili Sabahat Tuncel de hapishanedeyken aday gösterilmişti. Seçildi... Milletvekili dokunulmazlığına sahip bir parlamenter olarak TBMM’ye girdi.
1950’li yıllardan bu yana böyle başka örnekler de var.
Hatta yargı sürecinin sonlarına gelinmiş ve mahkûmiyet kararı verileceği -nerdeyse- kesin olan durumlarda milletvekili seçilmek susturulmadan, hapishaneye tıkılmadan mücadeleye devam formülüydü.
Çetin Altan 1960’lı yıllarda bu süreçteydi ve TİP (Türkiye İşçi Partisi) listesinden bağımsız adaylığını koymuş ve seçilmişti.
Muhalefeti fırtına gibi eserek hem parlamento kürsüsünde, hem de AKŞAM’daki sütunu “TAŞ”ta öyle bir sürdürdü ki, sinir uçlarında kelimelerle dansının tanığıyım.
Bütün bizim genç gazeteciler kuşağının idolüydü.
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan da Haziran 2011’de seçilirlerse hukukun açtığı tünelden çıkmış olacaklar dışarı.
“Tutukluluğun cezaya mı dönüştüğü” tartışmalarının ekseninde olanlar arasında Balbay ve Özkan...
Ne çalıp çırpmışlar ne devlet çeşmesinden su içmiş, su dağıtmışlar ne de kamu görevini suiistimal edip menfaat sağlamışlar...
Peki derin CHP’de bu tedirginlik neden?
“CHP’nin Ergenekon’la ilişkisi olabileceği kuşkuları yaratılmış olurmuş!”
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan’ın “bu davada savcı”, bir önceki CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “avukatlık” rollerini dile getirdiği bi dava bu.
Elbette Baykal “avukatıyım” derken amacı “demokrasiye müdahale” gibi bir suçu “savunmak” değildi.
“Ergenekon davasında bazı uygulamaların hukuk dışı olduğu” iddiasını kamuoyuyla paylaşıyordu.
Balbay’ın ve Özkan’ın tutukluluk süreleri için söylenenler ve yazılanlar bu söylemin referanslarıdır.
Balbay ve Özkan ile görüşlerimiz zaman zaman örtüşmez ama gazeteci ve İstanbul Barosu avukatı olarak hukukçu kimliğimle CHP listesinden seçilmelerinin demokrasi için yararına işaret ediyorum.
Ergenekon’la ilişkisi gibi iddialardan çekinmek yerine hapishaneden dışarıya çıkış için “hukuk tüneli” açmak CHP’ye yakışır.
UĞUR MUMCU?İÇİN
Görünmezler arasına göçen Uğur Mumcu “acaba hayatta olsaydı Cumhuriyet’teki köşesinde yazabilseydi iktidar şakşakçıları meydanı böyle boş bulabilirler miydi” diye düşünürüm.
Kök söktürürdü.
Tek başına çil yavrusu gibi dağıtırdı.
Zaman zaman bana da vurmuştu sütunundan.
Ancak son yıllarında, hakkımda en güzel yazıları da gene o yazmıştı.
Arkadaşlığımız Hukuk Fakültesi sıralarından başlamış ve sohbetlerimiz hep sürmüştür.
Kendini gazeteciliğe ve “doğruları” bularak topluma yansıtmaya adamıştı.
Bir “ekol”dü.
Hukuk Fakültesi yıllarını anımsıyorum.
Fakültenin ilk “sosyal demokrat grup öğrenci başkanı” seçilmişti.
Büyük süksesi vardı.
Doğu Perinçek, Adil Özkök ile birlikte Uğur da Ankara Hukuk Fakültesi İdare Hukuku kürsüsünde Prof. Tahsin Bekir Balta’nın asistanlarıydı.
Benim 10 aldığım İdare Hukuku sözlü sınavımda Doğu ve Adil vardı.
Son sınıf yazılı sınavlarımda ise Uğur gözlemciydi.
Fransa’ya doktora yapmaya gideceğimi biliyordu.
Ben kan ter içinde önümdeki kâğıda cevap yazmaya çalışırken o da sıralar arasında dolaşıyor bazen arkama geldiğinde kulağıma “Güneri Cıvaoğlu Paris’ten bildiriyor” diye fısıldayarak takılıyordu.
Gene öğrencilik yıllarına dönelim.
Uğur, Adil ve Doğu’nun ortak idealleri “ileride gazeteci olmaktı.”
Ama üçü de akademik kariyere geçtiler ve birkaç yıl sonra üçü de gazetecilik yapmaya başladılar.
Uğur, araştırmacı gazetecilikte inatçı, kararlı ve cesurdu.
Arı kovanlarına, yılan deliklerine çomak soktu.
Haksızlıkların, hukuksuz çetelerin, politikacıların, haram yiyenlerin, yabancı güçlere piyon olanların kâbusu oldu.
Geride onur sayfalarının yanı sıra onu örnek alan ve alacak gazeteci nesillere ışık bıraktı.
Üzerine ışık yağsın...
FB VE BJK’Lİ ASLANLAR
Aslantepe’nin açılışındaki olaylar sonrası tribünlerde “sürek avı” Türkiye spor tarihinde bir “ilki” başardı (!!!)
FB’li ve BJK’lılar “yanlışlar” karşısında GS’li aslanlarla omuz omuza verdiler.
“Hepimiz Galatasaraylıyız” diye internet sitelerinde yazıştılar.
Hep birlikte “tek yumruk” oldular ve Beyoğlu’nda yürüdüler.
Tarihte olmayanı gerçekleştiren, ezeli rekabeti, ebedi beraberliğe ve ortak tepki cephesine dönüştüren nedir?
Bunun cevabını herkes biliyor.
Ama...
En açık cevap spordan sorumlu Devlet Bakanı Faruk Nafiz Özak’tan geldi:
“Tribünde ıslık çalanları tek tek bulmak ve cezalandırmak da ne demek oluyor?
Olacak şey değil.
Başbakanımız bu olayı unuttu bile.
Hâlâ uzatmak çok yanlış.”
Mesaj bu.
Başbakan Erdoğan’ın oluru alınmadan böyle bir açıklama mümkün değildir.
Şimdi....
Kraldan fazla kralcı olanlar düşünsün.
“Ben Galatasaraylıydım, Galatasaraylı olmayı bıraktım... Galatasaraylılığımı askıya aldım” diyen bakanlar düşünsün.
Olayı kan davasına dönüştürüp tribünlere infaz isteyen şakşakçılar düşünsün.
Galatasaray camiasını utandıran, eğilip bükülenler düşünsün.
Başbakan’a yaranmak uğruna bütün bu tatsızlıkları dilleriyle üretenler düşünsün.
Ve...
Demokraside halkın tepki gücünün simgesel dersini veren Beyoğlu yürüyüşünü anlayamayanlar düşünsün.