9’ların Ecevit’e önerisini Uluç Gürkan’dan dinliyorum: "Baykal, Cem, Derviş’i Sayın Ecevit çaya çağırmalı. Ben hepinizin başbakanlığını ve parti genel başkanlığını yaptım.
Ortanın Solu hareketini başlattım. Sizlerin katkılarıyla çok önemli sonuçlar da aldık.
Bu hareketi artık bölünmekten kurtaralım. Bütünleştirelim.
Aksi halde seçim sonrası rejimin tehlikeye girebileceği kuşkularım var. Kişisel kırgınlıklarımızı ve parti liderliği statülerimizi aşarak Türkiye için bütünlüğü nasıl oluşturabiliriz tartışalım."
Gürkan’ın bu önerisini CHP’de genel başkanlık yapmış bazı sağduyulu isimlerle de söyleştim.
Olumlu yaklaştılar.
"Hiçbiri - ilke olarak - hayır diyemez, hatta o öneri Kemal Derviş’i zorluktan kurtabilir de" görüşünü dile getirdiler.
Ecevit daha sonra onlara şu çağrıda bulanabilir: "Pratiğini bulalım. Ben artık sizin bu hareketinizin sadece onurunu paylaşmak üzere kenara çekiliyorum."
Böyle bir toplantıda, belki olası çekinceli tavırları, pozitife ve sonuca ulaştırmak için akil adamlara ihtiyaç olabilir.
Örneğin CHP’de daha önce genel başkanlık yapmış, diplomasiyi iyi bilen, her türlü sıfattan feragat ettiğini daha önce kanıtlamış Hikmet Çetin...
"Abi" formülü ile orta - sol kanadın sevdiği ve saydığı babadan CHP’li Altan Öymen...
Siyaseti bir düzeyde yapabilen üretken kişiliği ile Murat Karayalçın...
Kamuoyu araştırmaları ve siyaset sosyolojisinde uzman, "bütünleşmenin yararlarını ortaya koyabilecek" Tarhan Erdem ve Bülent Tanla...
Böyle bir toplantıyı reddetmek... Girdikten sonra da olumsuz tavırlarla çıkmak kamuoyuna anlatılamaz.
Ecevit çağrıda bulunmayı da ıskalarsa en çok üç ay sonra eşiyle birlikte yapayalnızdır. Belki daha önce partisi parçalanır.
Bu çay "gösteri" vitrini değil "harbi" çay olmalı.
Ecevit sürekli "AKP’nin tek başına iktidar olabileceğini, HADEP’in ise barajı aşacağını, bunun rejimi tehlikeye sokabileceğini" söylüyor.
Bunu siyasetin ve demokrasinin "yanlışı" olarak sunuyor.
Ne AKP’nin ne de HADEP’in doğrultusunu paylaşırım... İkisinin de görüşlerinin dışındayım.
Ama... Demokrasi anlayışım gereği Ecevit’in bu tür söylemlerinin de yanında olamam.
Anayasa ve yasaların içinde kalıp - kalmadıklarına, rejimi tehlikeye götürdüklerine Ecevit ya da medya değil ancak yargı karar verebilir.
Bununla beraber Ecevit’in yapması gereken - kendince - "yanlışı" işaret etmekle kalmayıp, karşısına "doğruyu" koyabilmektir.
Uluç Gürkan’ın seslendirdiği 9’ların "çayda toplansınlar" çağrısı "doğruyu" oluşturma katkısıdır.
"Yanlışı" gösterip doğrudan kaçmanın izahı yoktur.
Yakın çevresinden edindiğim izlenimlere göre Derviş de benzer görüşte.
Sıkıntıda.
"Türkiye’nin 3 Kasım seçimi ile bir tarihi dönüm noktasına geldiğini görüyor" ve burada tarihi bir büyük oluşumu üretmeyi misyon ediniyor.
Fakat...
Bunu yapamazsa elbette karakterinin doğrultusunda hareket edecek.
Ecevit’in - olası - çağrısı Türkiye genel yararının ötesinde Derviş’e, Cem’e ve Baykal’a da belki yardımcı olacaktır.
Korkarım ki...
Düşük bir olasılıkla Derviş’i Türkiye, siyasetten kaybedebilir bile...
Bu bütünleşme çağrısında Derviş’in gönlünde Mehmet Ali Bayar da var. Bayar merkezdeki oyları çekebilir.
Sola karşı tereddütlü olan geleneksel tavırları çözebilir.
Onun DTP olarak sahip olduğu oyların 5 - 6 misli DYP’den, ANAP’tan, MHP’den ve AKP’den gelebilir.
AKP oylarında, DYP, ANAP ve MHP oyları yüzde 50 dolaylarında.
Böylece demokratik sol, merkezdeki boşluğu da kucaklayacak açılımı yapabilir.
Peki aynı bütünleşme hareketi DYP ve ANAP arasında da olamaz mı?
Kısacası seçim sonrasını, seçimden önce düşünmek gerekir.
"3 Kasım’da seçim bir gerçektir. Seçimden sonrasına bakalım" demek fenersiz yola çıkmaktır.