Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Demokrasimiz hâlâ çocukluk hastalıklarını yaşıyor.
O nedenle dünkü 1 Mayıs görüntüleri için çocukluğumuzda okuduğumuz bir öyküyü düşünüyorum.
Hani o insan gibi düşünen ve konuşan, böylece insanlara mesaj veren Ezop Masalları’ndan esinlenerek La Fontaine’in yazdığı “iki inatçı keçi” öyküsü...
Elbette burada kimseye “keçi” deme kastım yok.

İki inatçı keçi

Simgesel olarak bu çocuk öyküsünü, büyüklere ders olarak yansıtıyorum.
İki uçurumu birbirine bağlayan daracık köprüde iki keçi karşılaşır.
Birbirlerine yol vermezler.
Sonunda ikisi de düşer.
1 Mayıs’tan kalan manzaralara bakınız...
Hangisi köprüde kalabilmiş?..
Sendikalar mı?.. İktidar mı?
Birincisi, örneğin DİSK Başkanı Çelebi, “500 bin işçiyle Taksim’deyiz” diye dayatmıştı.
15-20 kişiyle Şişli-Osmanbey arası birkaç yüz metre ancak yürüyebildi.
İkincisi, “Taksim’e bırakmayız” sözünün arkasında durabildi ama ne pahasına?..
İstanbul’u felç ederek, hastane acil girişlerinin önünde bile biber gazı sıkarak, genç kızları coplayarak elde edilen imaj, sadece “Pirus zaferidir”. Epir Kralı Pirus, çok acı veren ve çok kanlı bir savaştan sonra, “Tanrım bana bir daha böyle zafer verme” diye yakarmıştı.
2 Mayıs sabahına her iki taraf da çok şeyler kaybetmiş olarak gözlerini açacaklar.

ELLER, AYAKLAR, BAŞLAR KARIŞTI
Bizde “Akılsız başın cezasını eller, ayaklar çeker” diye bir söz vardır.
Nasıl da doğru.
Durup dururken “sorun üretmek” kodları genlerimize yazıldı anlaşılan...
Son örneği, yaşadığımız “1 Mayıs...”
Neresinden bakılsa “kaşınmış olma” görüntüsü...
Önce 3 büyük işçi kuruluşu “1 Mayıs’ta Taksim’de” parolasını gündeme oturttular.
Israrlı oldular.
Yönetim, “İstihbarat kuruluşlarımız provokasyon duyumları aldı. Taksim’de olmaz. Başka miting alanları gösterelim” yanıtını verdi.
Cevabı, “Hayır... İlla ki Taksim” oldu.
Bunun üzerine R.T. Erdoğan, siyaset yaşamında sık sık başını belaya sokan dilini gene tutamadı, ortalığı toza dumana bulayan “Ayaklar baş olamaz” lafını ediverdi. Aslında söylemek istediği şey, “Yasalara göre mitingin yapılacağı yeri gösterme yetkisi devletin ilgili kurumlarındadır” idi... Ama hukuk devletinin bu kuralını bile, olabilecek en kötü ifade kalıplarına döktü. Sendikalar da “ayaktakımı” söylemini “hakaret” olarak algıladılar.
Kim “Haksızdırlar” diyebilir? Karşılıklı inatlaşma sürdü. Sonunda ipler koptu.
Keşke... Erdoğan bu çok “talihsiz” lafı etmeseydi. Tepkilere davetiye çıkarmasaydı.
Ve...  İşçi kuruluşları da Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nın verdiği yetkiyi kullanan devlete meydan okuyacak yerde “devletin bu yasağını” hukuk yollarıyla aşmaya yönelselerdi. “İdari yargıya” başvurarak “yürütmeyi durdurma kararı” alsalardı.
Gerçekten devletin tüm icraatı gibi bu yasayı uygulamaktaki “yasak” kararı da idari yargı denetimi kapsamındadır.
Sonuçta ortaya çıkan tabloya bakınız...
İktidar, otoritesini göstermiş, meydanları, sokakları “meydan okuyanlara” kapatabilmiştir.
Ama... Nasıl?
Türkiye ve dünya gazetelerinde, TV’lerinde bunun cevapları görüntülerle yayımlanıyor.
Ya hukuk devleti ilkelerine meydan okuyan sendikacıların sonuçsuz kahramanlıkları!
Yazının başındaki “Akılsız başın cezasını eller, ayaklar çeker” atasözüne dönelim...
Bu olayda eller, ayaklar ve başlar o kadar çok ki... Kimin ne olduğu anlaşılmayacak kadar hepsi birbirine karıştı.

Haberin Devamı


BEYİN 
Rahmi Koç Müzesi’nde “Gizemli Yolculuk BEYİN” adlı bir sergi var.
BEYİN, dünyanın en akıl almaz tasarımı.
Üzerinde garip kıvrımlar bulunan gri renkli bir pelteyi andıran insan beyni, fiziki varlığı kafatasıyla sınırlı olsa da düşünerek yerkürenin merkezine, yıldızlara ve uzayın karanlıklarına ulaşabilir.
1 Mayıs’a uzanan günlerde bazı beyinler çok uzaklara değil, keşke Taksim’e uzanabilseydi.