İkinci devrim Bülent Ecevit'in de içinde bulunduğu
Avrupa aile fotoğrafınınçekildiği saatlerde, üniversite öğrencileriyle söyleşideydim.
Bir öğrenci, şu soruyu yöneltti:
"AB'nin yöneticilerinden biri ayrılıkçı Korsika, Bask ya da İRA gibi siyasi şiddet örgütlerine, AB antetli kağıtta resmi bir mektup yazsaydı, - onların tanındığı -
mesajını veren satırlarını - saygılarımla -
diye bitirseydi ve altını imzalasaydı...
Fransa, İspanya ve İngiltere, AB'nin sorumlularına karşı nasıl bir tavır koyardı?
Adam, AB'de kalabilir miydi?
Türkiye'deki ayrılıkçı PKK terör örgütüne AB'nin bir yöneticisi, AB antetli kağıdıyla böyle bir mektup yazmıştır ve altını imzalamıştır.
Mektup açıklanmıştır. Adam hala yerinde. Bu nasıl olur?"
Soru gerçekten çok düşündürücüydü.
Bahçeşehir Üniversitesi'ndeki gençlerle söyleşiden dönüşte, masamın üzerinde
Genel Kurmay Başkanlığı'nın açıklaması vardı.
Açıklamadaki şu satırları yansıtıyorum:
"2000 yılında yaşanan bazı olaylar, hatta bazı AB birimlerinin terör örgütünü muhatap alacak kadar ileri gitmesi, kamuoyunda örgüte geçmişte verilen desteğin devam ettiği kuşkularına yol açtı.
Bu durum, PKK'yı varlık ve eylemlerini sürdürmekte cesaretlendirmekte..."
Açıklamanın zamanlaması ve
Silahlı Kuvvetler adına görüşlerin dile getirildiği platform, başka bir boyut...
Ama...
Gencin sorusuyla
Genel Kurmay'ın açıklaması, birbiriyle örtüşüyor.
Kamuoyundaki tepkileri yansıtıyor.
Bazen
AB'nin içindeki bu gibi densizlikler, bazen
AB üyesi ülkelerin özensizliği, bazen de kendi içimizdeki karanlık ve provokatif tezgahlar nedeniyle, savunucusu olduğumuz
demokrasi, özgürlük, insan haklarında çağdaş düzeyi yakalamak zorlaşıyor.
Başka kaygılar öne geçiyor.
Kaybolan yıllar Oysa...
Bülent Ecevit, dün
Avrupa aile fotoğrafında, "AB üyeliğine aday bir Türkiye"nin değil, bütün hak ve yetkileriyle
"AB üyesi Türkiye'nin Başbakanı" olarak yer alabilirdi.
1970'li yıllarda
Yunanistan, AB'nin o zamanki adıyla
"Ortak Pazar üyeliği"ne çağrıldığında, aynı öneri bize de yapılmıştı.
Türkiye'nin cevabı
"HAYIR" olmuştu.
Sloganlar şöyleydi:
"Onlar ortak, biz pazar...
Türkiye'yi Avrupa'nın bahçıvanı yapmak istiyorlar."
O zihniyetle ıskaladığımız tarihi şansı, şimdi yeniden yakalamanın bekleme odasındayız.
Yoksa... O zaman
"EVET" denilseydi, herşeyiyle çok farklı bir
"AB üyesi Türkiye"de yaşayacaktık.
Fert başına milli geliri 15 bin dolar düzeyini yakalamış, bölgeler arası farklılığı gidermiş, Anayasal vatandaşlığı yerleştirmiş, Avrupa'da serbest dolaşımı sağlamış bir Türkiye'de, ulusal bütünlük kuşkuları mı olurdu?
Ne yazık ki, kaybolan yıllar geri verilmiyor.
İleride gene pişmanlıklar duymamak için
"AB'ye tam üyelik" yolunda yürüyüşü sürdürmeliyiz.
Karşılıklı güven arttırıcı öncelikler, yorumlar ve takvimle...
Ak - kara - griTürkiye için
AB'nin kabul ettiği ve açıkladığı
Katılım Ortaklığı Belgesi'nde, bazı duyarlı konular var.
Ana dilde radyo - televizyon yayını, bunlardan sadece biri.
Ama...
Katılım Ortaklığı Belgesi başka...
Türkiye'nin yayınlayacağı
"Ulusal Belge" başka.
Türkiye, Ulusal Belgesi'nde içerik ve takvimi düzenlerken, kendi bütünlüğünü, bölge özelliklerini de dikkate alacaktır.
Önceliklerini kendisi saptayacaktır.
AB'nin önümüzdeki süreçte ortaya koyacağı anlayış, karşılıklı güveni arttırdığı oranda daha ileri adımlar atılır.
Türkiye, Cumhuriyet ve Atatürk devrimlerinden sonra ikinci büyük devrimi yaşıyor.
Bütün kurumlarıyla
"çağdaş" olmanın
zihniyet, yapılanma ve
vizyon devrimini başlatmakta.