Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

CHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Süheyl Batum ileri demokrasinin güllerini koklatıyor.
Örneğin Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Yasa Tasarısı...
Bakınız hukukta nereye yolculuk:
n Anayasa Mahkemesi’nin önüne bir iptal davası geldiğinde, bu konu TBMM Başkanlığı ve Başbakanlığa sorulacak.
Biri “yasama” diğeri “yürütme” erki...
Nerede kaldı “yargı” erkinin “bağımsızlığı?”
Anayasa “kuvvetler ayrılığına” dayalı olduğuna göre bu hükmün Anayasa’ya uyumlu olduğu tartışmalara çok açıktır.
“Birbirine eşit, üç ayrı erkten” biri olan yargı üzerine “yürütme” ve “yasama”nın gölgelerine işaret ediyor Batum.
n Anayasa Mahkemesi’ne başvuruların “inceleme süresi” için zaman sınırı yok.
Anayasa Mahkemesi 5 yıl, 10 yıl sonra bu başvuruyu hükme bağlayabilir.
Bu durumda “iç hukuk yolları tükendikten sonra AİHM’ye başvurulabilir” hükmü gereğince, bireylerin bu hakkı kullanmaları fiilen engellenmiş oluyor.
Hani nerede “bireylere Anayasa Mahkemesi’nde hak aramak kapısının açıldığı” yolundaki pırıltılı iddialar?
n Yargıtay’ın ve Danıştay’ın kararlarını Anayasa Mahkemesi iptal edebilecek.
Karşılaştırmalı hukuk alanında derinleşmiş olan Prof. Batum “dünyanın hiçbir yerinde Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir görev ve yetkisi yoktur” diyor.
Anayasa Mahkemesi yargı kurumları arasındaki hiyerarşide Danıştay ve Yargıtay’ın üstünde değildir.
Sadece bu iki yüksek mahkemeden farklı görev alanı ve yetkisi olan bir diğer yüksek mahkemedir.
n Yargıtay ve Danıştay’ı bu denli “ciddi” boyutlarda etkileyecek yasa tasarısı hazırlanırken, her iki kurumdan da görüş istenmemiş.
Bu “yanlış” hatırlatıldığında aldıkları cevap “ne düşündüğünüzü zaten biliyoruz” olmuş.
Yani...
“Niyet okunmuş!”
Yassıada Mahkemesi’nden bir duruşma anısı yansıtayım.
Savcı iddianamesinde sıra bir sanık milletvekiline geldiğinde şöyle laflar ediyormuş:
“Şeyh Selahattin gerçi bu kanun Meclis’te görüşülürken yurtdışındaydı ama fark etmez, Ankara’da olsaydı oturumda evet oyu kullanırdı...... Şeyh Selahattin şu konu Meclis’te oylanırken hastaydı oy veremedi ama fark etmezdi. Duruşmada olsaydı o da diğer DP milletvekilleri gibi oy kullanırdı.......”
Savcı böyle birkaç niyet okuma yapınca Şeyh Selahattin söz istemiş ve şöyle demiş:
“Şeyhliği sayın savcıya devrediyorum. Çünkü şeyhlik bende, keramet ise savcıda.
Benim için kerametlerde bulunuyor, bari şeyhlik de onun olsun.”
O hukuk dramı yaşanırken salonda bir kahkaha kopmuş.
Şimdi Yargıtay’ın, Danıştay’ın görüşlerinin alınmasına gerek olmadığı ve zaten bilindiği söylemi bana bu “kerameti” hatırlattı.
n Yargıtay’a ve Danıştay’a yeni daireler, çok sayıda yeni üye ise başlı başına ayrı yazı konusu.
O konuda da bizim “kerametlerimiz” var.
İleri demokrasi güllerinin dikenleri sürecek.

Haberin Devamı

SEÇİLMİŞ PUTLAR KIRILIYOR
Seçilmiş kralların ardından “veliaht”ların “asa”yı almaları dönemi bitiyor.
Tunus ilk işaret oldu.
Caddelerden, meydanlardan akan halk seli başkanı ve parayı pek seven eşini söktü götürdü.
Milyarlarca dolarla birlikte kaçtılar.
Şimdi deprem kuşağında Mısır var.
Öfkeli halk yığınları başkan babanın koltuğunu dut ağacı gibi silkeledi onun yerini alması “kader” gibi planlanan oğlu, eşini ve annesini alarak Londra’ya uçtu.
Deprem kuşağı ters “L” çizerek Ürdün’ü de vuracak gibi görünüyor.
Kralın tahtı tehlikede.
Oysa oyun sindirilerek “kuzu sürüleri” haline getirilmiş halkın sırtında kurulmuştu.
Devlet başkanları bir kez doruktaki koltuğa oturduktan sonra hayat boyu orada kalıyorlardı.
Yerlerine gelecek olan da belirlenmişti; “Mahdumlar...”
Azerbaycan’da baba Aliyev öldü yerine oğul Aliyev seçildi.
Suriye Devlet Başkanı Esad yıllar boyu halkın ensesinde boza pişirdikten sonra öldüğünde yerine oğlu Beşar Esad geldi.
Tabii seçimle...
Ama “gerek oğul Esad gerek oğul Aliyev seçimleri için sonucu önceden belli göstermelik seçimlerdi” demek yanlış mı?
ABD tarafından devrilmeseydi, Irak Başkanı Saddam Hüseyin’in yerine oğlu Uday hazırlanmıştı.
Ömürleri yetmedi.
Bu “babadan oğula” çarkların dişlileri kırılmakta.
Hâlâ sağlam duruyor gibi görünen Suudi Arabistan krallığı ve körfezdeki Şeyhliklerin de böyle kalacağı sanılmasın.
Orada da iktidarı ellerinde tutan ailelerin dizleri titremeye başladı.
Bu görüntülerden alınacak dersler var:
1- Var olan iktidarlara endeksli politikalar sağlam temellere oturmuyor.
İktidardaki aktörlerle fazla angaje ve içli dışlı ilişkilere dayalı politikalar domino taşları gibi art arda çökebilir.
“Kardeşim” edebiyatıyla dış politika jargonları yaldızlı kâğıtlar gibi yırtılabilir.
2- İçeride de iktidarını 10 yıllara taşımayı hedefleyen anayasa değişikliği, başkanlık sistemi projeleri netamelidir.
Dünyada artık bu kadar uzun süreli iktidar planları artık yürümüyor.
Siyaset rüzgârlarının ne zaman ters eseceğini gösteren meteoroloji balonları ansızın patlıyor.
“Seçilmiş krallık” modeli tarihin çöplüğüne atılmakta tek tek.
......................
Bir açıklama aldım.
M. Yesari Seven, 15 Ocak tarihli yazımda Norşin’deki medrese mensuplarından dedesi Molla Hasip Seven’i “nur cemaatine yakın isimler arasında” göstermiş olduğuma işaret ediyor.
Ve “dedesinin hiçbir cemaat, tarikat, gurup, örgüt vb. bir toplulukla ilgisi olmadığını” yazıyor.
Şöyle diyor: “Molla Hasip Seven, her şeyden önce bir devlet memuruydu. Kendini Allah yoluna adamış ve bu yolda iyi bir eğitim görmüş, gördüğü bu eğitimi de insanlara ışık tutmak amacıyla birçok İslami esere dönüştürmüş bir din âlimidir.”