İbrahim Tatlıses'in kasetleri, Suriye'de milyonlarca satılıyor.
Sibel Can'ın yüzbinlerce...
Suriye'de, milyonlarca Galatasaray taraftarı var.
Türk televizyonlarındaki diziler, Suriyeli kadınlar tarafından, bizim Brezilya dizilerini izlediğimiz gibi ilgi odağı.
Suriyeli çocuklar, TV sayesinde Türkçe öğrendiler.
Türkiye'deki demokrasi, Suriye halkının içten içe özlemi.
Bir gün, kendi ülkelerinde de böyle bir yönetimin umudundalar.
Refahyol iktidardayken, bu parti hakkında savcılık tarafından soruşturma açılması Suriye ve özellikle İran'da çok ilgi çekmişti.
Daha ılımlı Hatemi'nin seçim alması, İran'da Türkiye'ye olan "gıpta" ile izah ediliyor.
Suriye halkında, Türkiye düşmanlığı yok.
Televizyonlarda izledikleri naklen konser, futbol maçı ve müzik/eğlence programları, hatta paparazzi programları nedeniyle, Türkiye'deki yaşama dönük sempatileri var.
Bütün bu çizdiğimiz tablonun "son sözü..."
Ve başlaması olası bir harekatın "önsözü" Suriye halkını, Türkiye'nin karşısına almamasıdır.
Aynı söylemi, İran ve Irak için de tekrarlıyoruz.
Yönetimler, gelip geçicidir, uluslar ve aynı coğrafyayı paylaşanların komşuluk ilişkileri ise, kalıcı.
Başta, Demirel ve Yılmaz olmak üzere, devletin zirvesi gerilimi halklara yansıtmamaya özen gösteriyorlar.
Devlet adamlığının gerektirdiği özeni gösteriyorlar.
Ancak...
FP Genel Başkanı Recai Kutan'ın dünkü söylemi, yanlış ve kırıcıydı.
Önce...
"Alevi sapkınlığı" gibi bir deyim kullandı.
Sonra...
Düzeltmeye çalıştı.
"Aleviler'in sapkın bir kolu olan ve bizdeki Aleviler'le hiç ilgisi olmayan- Nusayriler'i - kastettim" mesajını verdi.
Gene, hatadır.
Nusayriler, Suriye'nin kuzeyinde yaşayan ve Hz. Ali'yi özel bir yorumla sevenbir Alevi koludur.
"Allah'ın, Hz. Ali'de tecelli ettiğine, Hz. Ali'nin zaman zaman gelip gittiğine" inanırlar.
5 rekat namaz kılarlar...
Hac'ca giderler.
Müslümandırlar.
Böyle, milyonlarca insanı - incitecek söylemler - çok yanlıştır.
Bir Sünni - Alevi farklılığını uluslararası ilişkilerin değerlendirmesine taşımak tehlikeli bir yaklaşımdır.
Türkiye'nin de etkilenebileceği ciddi bir yanlış.
Hem... Nusayriler'in, diktatör Hafız Esad'ı desteklediği nereden malum?
Üstelik, böyle bir ayırımcı yaklaşım geçerli ise, Sünni Suudi Arabistan'ın, Ürdün'ün, Lübnan'ın, Libya'nın... Hatta Saddam Hüseyin'in Alevi Hafız Esad'ı desteklemesine ne buyrulur?
Türkiye, Alevisi ve Sünnisiyle hepsi birinci sınıf yurttaş olan bir bölünmez bütündür.
Türkiye laik bir devlettir.
Uluslararası ilişkilerin değerlendirmesini de, böyle meshep ayrılıklarına göre yapmaz.
Genel Başkan seçildiğinden bu yana hep sağduyu çizgisinde kalmaya özen gösteren Recai Kutan'ın bu söylemini bir dil sürçmesi olarak görmek isteriz.
Fakat...
Bilinmelidir ki, Suriye'nin bir diktatöre karşı en güçlü başkaldırı kesimlerinden biri, bu tür deyimler sürdürülürse, Hafız Esad'ın mevzilerine itilmiş olur.
Bu arada, Türkiye'nin Alevi yurtaşları hakkında da bilgi verelim.
Bizdeki Aleviler, Hz. Ali'ye elbette sıcak yaklaşırlar.
Tanrının onun suretinde tecelli ettiği yorumuna katılmazlar.
Hz. Ali'yi, Hz. Muhammet'in damadı ve Peygamberimizin deyimiyle "ilim şehrinini kapısı" olarak görürler.
Kuran'ın sesli ifadesi olarak kabul ederler.
Çünkü...
Hz. Muhammet, "Kuran'ın en doğru yorumunu, Hz. Ali'den alabilirsiniz" demişti.
Dün, Başbakan Mesut Yılmaz," Suriye'yi son defa uyarıyoruz" derken, giderek gerginliği doruğa taşıyan bir söylemde bulundu.
Buna karşın, uluslararası iklimin bir harekat için çok elverişli olduğu izleniumlerini almıyoruz.
Arap ülkeleri, Hafız Esad'ı desteklediklerini açıkladılar.
Rusya'nın başında - Yeltsin'den de kuvvetli olarak - bulunan Başbakan Primakov,
Eski KGB'ci ve Ortadoğu uzmanıdır.
Hafız Esad'ın kişisel dostudur.
Amerika'dan ve diğer Batı ülkelerinden Türkiye'ye destek rüzgarı saptayabilmiş değiliz.
Suriye'nin bile neredeyse can düşmanı olan İsrail bile - Allahtan ki - Türkiye'nin olası bir harekatını desteklemediğini açıkladı.
Türkiye, komutanların ifadesiyle, "Suriye'nin bir ucundan girip, diğer ucundan çıkabilecek" güçte.
Ama...
Ya sonra?
Uluslararası iklim koşulları, bu harekat için elverişli mi?
Hiç değilse, Türkiye Dışişleri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde "Veto hakkı" bulunan 5 büyüklere durumunu anlatabilirdi.
5 büyüklerden bir ön destek sağlayabilirdi.
Yahut...
Sat komandoları gibi üstün yetenekli bir grubu, göndererek Abdullah Öcalan'ı ani bir baskınla alabilirdi.
Örneğin...
Yaser Arafat'ın sağ kolu Abu Cihad'ı, İsrail komandoları Tunus'taki karargahından alabilmişlerdi.
Türkiye, PKK'nın kamplarını bombalıyabilirdi.
Peki...
Ya, Irak'taki Saddam'ın himayesinde olan kamplar?
İran'daki kamplar?
Onlar ne olacak?
Bütün bunlar, iktidar tarafından kamuoyuna, Meclis'e, siyasi partilere anlatılmalıdır.
Türkiye, bazen topallasa da, demokrasidir.
Yazara E-Posta: G.Civaoglu@milliyet.com.tr