Gerçek inancım şöyledir: Allah'ı arıyorsan eğer, kalbinde ara! Yoksa O'nu ne Kudüs'te ne Mekke'de ne de hacda bulabilirsin.
Böyle demiş Yunus Emre.
Burada kalp gerçek inançtır.
Yunus'un seslenişi, inancı tam olmayan ve Kudüs'te, Mekke'de, Medine'de gösteriş için kendilerine vitrin çizenleredir.
1980'den sonra Türkiye'de politikacıların hatta liderlerin hacca, umreye gitmeleri adetten oldu. Oysa daha önceleri "laik Türkiye" ilkesinin gereği olarak böyle görüntüler verilmezdi.
Örneğin... Adnan Menderes'in danışmanlığını da yapmış bulunan Selahattin Beyazıt anlatmıştı: "Adnan Menderes de camiye gider, zaman zaman namaz kılardı ama sabahın karanlığında... Gizlice. Kimse görmez, bilmezdi."
Cuma defileleri
Sonraları bu "özen" bir yana bırakıldı.
Politikacılar, liderler, cuma öğle namazlarında, "hac"da "umre"de fotoğrafla, kamerayla gazete sayfaları ve TV ekranlarında görünür oldular.
Erbakan bunu 10'larca kez yaptı.
Özal ve Demirel de Kabe'ye gittiler.
Onlar, elbette Erbakan gibi vitrin merakları nedeniyle orada değillerdi.
Ama...
Asıl 7. Cumhurbaşkanı Evren'in tutumu farklı oldu. Kabe'ye gidişi gizli oldu, ihram içindeki görüntülerini toplumla paylaşmadı.
Erdoğan... Gizlice
Başbakan Erdoğan da, medyayı atlatarak, gizlice umre yapmış, Medine'ye Muhammed Peygamber'in kabrine gitmiş.
Kabe'nin damında secdeye gelmiş, dua etmiş. Bunun reklamını yapmamış olması olumludur. Allah'ı kalbinde arıyorsan, inancını kanıtlamak için vitrine ihtiyaç olmamalı...
....
Ben de, Kabe'nin taş tavanında, örtünün altında secdeye geldim, dua ettim.
Orada, kıble olmadığı için damda Kabe'nin dört duvarından her biri kenarında secdeye gelinir. Bu olanak herkese verilmez.
Şansım, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in Suudi Arabistan gezisinde gazeteci olarak bulunmaktı. Demirel ile birlikte bizi de örtünün içine almışlardı.
Tezat
Kabe izlenimlerimi yansıtayım.
Kabe'ye birkaç kilometre yaklaşıldığında, harikulade bir görüntü çarpması oluyor.
Işık seliyle yıkanan laciverte yakın mavi çöl gecesi... İç içe daireler halinde 100 binlerce beyazlar içinde insan... Bu daireler, ortalarındaki simsiyah örtü altındaki efsanevi Kabe'nin etrafında dönüyorlar.
Bu ihtişamı uzun süre seyretmiştim.
Ancak, az sonra onların arasındayken hala aynı duyguları taşıdığımı söyleyemem.
Kahverengi plastik şıpıdık terlikler içinde, nasırlı, kirli ayakları, çarpık bacakları ile, bir Arap rehber, adeta koşar gibi dönüyordu. Bu arada biz de koşar adımlarla onu izleyerek şavt ediyorduk. 7 şavt ile "tavaf"ta bulunmuş oluyorduk. Bu dönüşlerde, Kabe'nin duvar köşelerinden birine gömülmüş Hacer - ül Esved taşı önüne her gelişimizde, Arap rehber, eliyle taşa bir şeyler fırlatır gibi yapıyor, bağırarak bir şeyler söylüyordu. Söylemleri kutsaldı ama sesi, vücut dili saygı ve özenden yoksundu.
Kutsal su "zemzem"in bulunuşunu simgeleyen Safa ve Merve arasında Sa'y ederken de hayal kırıklığı yaşadım. Araplar her tarafı beyaz fayans döşemişler. Oraya büyük bir banyo havası vermişler.
Ve gene o özenden yoksun koşuşturma...
Ya, kutsal zemzemin şehirler arası otobüs yolculuklarında taşınan plastik beyaz bidonlar sıradanlığında satılışı!
Medine'de Muhammed Peygamber'in kabrinin hemen yanında, halılara gelişigüzel yatmış çıplak ayaklı Araplar uyukluyordu.
Bu bir estetik kıyımıydı.
Ama... Her şeye rağmen Mekke ve Medine'de Umre manzaralarını "kalbimin gözüyle" görmeye çalıştım.