Beyoğlu Sineması'nda, 2 Ekim'de gösterime girecek olan Character filmi, tek kelimeyle müthiş...
1998 yılı yabancı film dalında, Oscar aldı.
Oscar ödülü, edebiyat dünyasının Nobel ödülü gibidir.
Character filminin yönetmeni Mike van Diem, Oscar heykelciğini kazanmasına birkaç dakika kala, gazetecilerle ve meslektaşlarıyla şakalaşıyor:
"Sharon Stone, Oscar'ı kazandığımızı ilan etmeden 20 dakika önce, önümüzdeki sırada oturan Almanya ekibi bize 'Dinleyin... Kazanacak olursak, hepimiz sahneye çıkacağız. Bir zahmet çantalarımıza göz kulak olur musunuz?' dediler."
Gülüşme sesleri yükselir.
Sinema dünyasında, havai fişek gibi parlayarak yükselmek... Ya da rutubet almışcasına yerinde kalmak...
Koltuğunun altında, yuvarlak alüminyum kutular içindeki filmleriyle geriye dönmek...
Ya da, elinde Oscar heykeliyle, sahnede, Sharon Stone ile kucaklaşmak...
Bir anda yıldızlaşmak...
İşte, bu ikisi arasındaki ince çizgide saniyeler ilerlerken, böylesine dalga geçebilmek, kendine güvenin kanıtıdır.
Az sonra, Mike van Diem, sahnededir.
Sharon Stone'dan, Oscar heykelciğini almıştır. Ve televizyon kameralarından seslenir:
"Character'imi yaratanları, buradan selamlıyorum... (Filmde emeği olan başlıca isimleri sıralar) Ve kişisel bir not olarak, sevgili arkadaşım Coen van Vrijberghe Coning'i de...
Şu anda, televizyon ekranından bana bakıp gülümsediğini biliyorum. Dostum, bak ne aldım..."
Bunlar, içten söylemler...
Diem, "Ödülden sonra yaptığım teşekkür konuşmasını ve Sharon Stone'u kucakladığım sahnenin yavaş çekimini, arkadaşlarım en az 20 kez seyrettiler. Ben de, onların sayesinde bu çekimi defalarca izledim" diyor.
Böylesine şeffaf ve komplekssiz bir kişilik, ancak büyük başarıların arkasında bulunabilir.
Sanatçı, gazeteci, işadamı, politikacı...
Tevazu, insanlık halinin süsüdür.
Zaten...
Character'i, dilimize "Kişilik" diye çevirebiliriz.
Mike van Diem'ın bir söylemiyle, "Kişilik bir nimettir ama, öldürücü olabilir."
Gayrimeşru bir çocuğun, babası ile ilişkilerinin ölüme kadar uzanan bir üstünlük psikolojsi savaşımı...
"Dreverhaven ve Katadreuffe (1928)" ile "Karakter (1938)" kitaplarının, ortak öyküsü haline getirilen bir senaryo...
Filmi izlerken, saatler eriyor.
Filmin sahneleri, adeta, resim sanatının ünlü Hollanda ustalarının tablolarından görüntüleri yansıtıyor.
Bu köşeyi okuyanlar, sinema tutkumu bilirler.
Bütün sinemaları severim.
Fakat...
Bazılarının mimarisi, ortamı içinde büyük keyif alırım.
Bunların başında, merhum Feyyaz Tokar ve Hasan Pulur olmak üzere, Kabataş Liseli arkadaşlarının, adeta yeniden yarattıkları Feriye Sineması gelir.
Feriye Karakolu'nun Boğaz'a bakan folyesi ve Abdülaziz'in öldürülmesi anılarını taşıyan mekanın ve otantik yapısının verdiği apayrı bir lezzet var.
Modern mimaride ise, Hill Side'da film izlemek bir zevktir.
Tavanındaki mikro ampuller yandığında, kendinizi bir Bodrum akşamı, teknenin kıçında, gökyüzünü izler gibi hissedersiniz.
Beyoğlu Sineması da, böyle bir farklı mimariyle bizleri kucaklıyor.
Pervin Tan, salonu baştan başa yenilemişti.
Tavan, gene koyu lacivert bir geceyi anımsatıyor.
Duvarlar, boydan boya Beyoğlu'nu simgeleyen resimlerle, İstiklal Caddesi haline getirilmiş.
Bazı katlarında ışıklar yanan, çatılarına, yüzlerinde muzip ifadeleriyle, şeytanların oturup, bacaklarını caddeye salladıkları görüntüler...
Beyoğlu gecelerine uyumlu bir simgesel anlatım...
Character filmi de bu sinemada oynuyor.
Hollywood'un ses, ışık, bilgisayar efektleriyle sosa bulandırılmış ticari filmlerine karşı, Beyoğlu Sineması genellikle Amerika dışı sanat filmleri gösteriyor.
Sadece, Beyoğlu değil, Alkazar, Avrupa, Feriye ve diğerlerine de bu tür filmler getiren Sabahattin Çetin'in, rüzgara karşı yürüyüşüne şapka...
Nihayet, bu saydıklarımdan sonra, Emek Sineması, elbette, ilk ve değişmez gözağrısıdır.
Bu lezzeti, "tatlı" ile noktalıyalım.
Fazıl Say'ın, Cemal Reşit Rey'deki harikulade konseriyle, gene büyülendim.
Onu, New York Flarmoni Orkestrası'nda, Şef Kurt Masur'un yönetiminde çalarak sanat tacını giyişi sonrasında, - itiraf edeyim - şoven bir onur duyarak ta izledim.
Fazıl Say, bir eseri yorumlarken, yoğunlaşma düzeyi öylesine yüksek oluyor ki, onunla salondakiler arasında, adeta gidip gelen bir elektrik topu oluşuyor.
Le Monde, şöyle yazmış:
"Müzikle ilişkisi, nefes kesici... Tüm çarpıtmalarını affediyorsunuz. Çünkü o, müthiş bir piyanistin ötesinde, muhteşem bir müzisyen...
Mozart, kendisini dinleseydi, hayran kalırdı."
Dünya basınından, böyle pek çok satır yansıtabilirim.
Oda bir "karakter."
Yazara E-Posta: g.civaoglu@milliyet.com.tr