ÜNLÜ müzisyen Nat King Cole’un kızı Grammy ödüllü Natalie Cole, geçen hafta İstanbul’daydı.
“Kadife sesli” diye anılan “babası” gibi, o da dinleyenleri büyülüyor.
Ancak...
Çok zorlu bir dram yaşamakta olmasına karşın gene de bunu konserde hissettirmedi.
Bir gece sonra DRUM’ın kurucusu Zeynep Dereli ile yemeğe çıkmışlardı.
Davetli olduğum halde gidemediğim o gece özel konularını paylaşmış.
Zeynep Dereli’nin notlarına göre, Natalie Cole, ölümcül Hepatit C kapmış.
Teşhis tarihi Nisan 2008.
4 ay boyunca her hafta kemoterapi tedavisi görmüş.
Ancak... Kemoterapi süresi 6 ay olması gerekirken 4. ayda nokta koymuş.
Çünkü... Kemoterapi nedeniyle böbrekleri iflas etmiş.
Artık hayatta kalabilmek için her iki günde bir, 3 saat diyalize giriyor.
Ve... Böbrek nakli için “verici” bekliyor.
TOMRİS Giritlioğlu’nun yönettiği “Güz Sancısı”nı, filmde oynayanların bir ön sırasında izledim.
Yanımda bu filme kısa bir görüntüyle katılmış Şahnaz Çakıralp ve Kenan Bal vardı.
Olayı çok iyi bildiğim için gerçekçiliğinin altını çizmeliyim.
Özellikle Beren Saat oyunculuğunu gene kanıtladı.
Sanatçılardan “Beren, filmin simgesiydi” söylemini dinledim.
O minyon kız, ekranda olduğu gibi beyaz perdede de inanılmaz büyüyor.
Beden dili, mimikleri, yürüyüşü, çocuk-kadın görüntüsü ve sesiyle bende bir “Brigitte Bardot” çağrışımı yapıyor.
Murat Yıldırım, Okan Yalabık, Belçim Erdoğan da iyi oynadılar.
Filmin sonunda gösterilen yağmalanmış Beyoğlu görüntüleri, siyah-beyaz fotoğraflarla yansıtılan otantik görüntülerle örtüşüyordu.
Film, Rum ve diğer azınlıkların işyerlerinin ve evlerinin kapılarına kırmızı yağlı boya “haç” işaretleri koyan karanlık adamlarla başlıyor.
Sonra... 6 Eylül’ü 7 Eylül’e bağlayan gece, işte o işaretli evler, dükkanlar, işyerleri yağmalanmış, yakılmış, yıkılmıştı.
Acaba yağma görüntülerinden başlayıp geriye, öykünün başlangıcına dönen “flash back” mi yapılmalıydı diye düşündüm.
Hiç kuşkusuz Tomris Giritlioğlu da bunu düşünmüş olmalı.
Bir aşk öyküsünün ekseninde, Türk siyaset tarihinin en önemli olaylarından biri çok güzel yansıtılıyor.
Türkiye, kendiyle yüzleşiyor.
Keşke Yunanistan da aynı şeyi yapsa...
Film çıkışı birkaç kadeh içmek için İstinye Park’taki Masa Restoran’a uğradık.
Orada “Asi” dizisinde daha da yıldızlaşan Tuba Büyüküstün ve Issız Adam Cemal Hünal ile bir süre beraberdik.
İkisi de galadalarmış, filmi izlemiş.
Cemal Hünal “Beraber oynamakta olduğum Murat, gerçekten çok başarılı. Beren de” dedi.
Arkadaşlarıyla gurur duyduğunu hissettim.
Tuba Büyüküstün de görüşlerini söyledi. Filmle, oyuncularla ilgili yorum yaptı.
Fakat... Tuba Büyüküstün’ün galaya gelişi öylesine magazin malzemesine dönüştürüldü ki, onun söylemlerini yansıtmayacağım.
Yalnız şu kadarını söyleyeyim... Olumsuz tek kelimesi olmadı. Tam tersine... Beden dili ve mimikleri de samimiyetinin kanıtıydı.
KARAFTA ŞAMPANYA
ŞAMPANYA kural olarak, karafa konularak servis edilmez.
Şişeden kadehe bir lezzet ve görüntü süreci uygulanır.
Perşembe gecesi bir şampanya tadımındaydım.
“Lezzetin efendileri” diyebileceğimiz gurme gazeteciler ve sektörün gurmeleriyle birlikte gümrüksüz mağazalarda, süpermarketlerde satılmayan ve birkaç çıt daha yukarıda olan şampanya “Billecart-Salmon”ları yudumladık.
W Hotel’deki Spice Market’teydik.
“Billecart-Salmon”un pembe renkli olanı, ritüelin tersine zaman zaman karafa konularak da servis edilebiliyor. 7-8 yıl sonra içindeki oksijenin bir kısmını atmış oluyor.
Hem beyaz hem pembe şampanyada iddiaları, köpüklerin küçük, yavaş ve sürekli olması...
Beyazı yemeklerde de içilebiliyor. Pembe ise aparatif olarak önerilmenin ötesinde somon ve suşi gibi yemeklerin yanı sıra tatlıyla da uyumlu.
Ve bir özellik daha... Şampanyayla püronun sevişmesi ve evliliğe yürümesi önemli.
Yansıttığım fotoğraf, şampanyanın hangi türüyle hangi püronun aşk yapmasının doğru olacağını bulmak üzere düzenlenen bir test görüntüsü...