Kanal D'de yayımlanan bu görüşmede bana, "Saddam'ın, yerküredeki bütün suikast olaylarının hareketli görüntülerini, eğer onlar yoksa fotoğraflarını döne döne yüzlerce kez ekrandan izlediğini, bu olaylarla ilgili yazılan her satırı okuduğunu" anlatmıştı.Örneğin, Turgut Özal'a suikast girişimini de böyle pek çok kez ekrandan izlemiş, yazılanları, analizleri okumuş."Neden bu merak?" diye sorduğumda. "Doğal sürecini tamamlayarak yaşamının sona ereceğini düşünmüyor, bir suikast sonucu öldürülmekten korkuyordu. Bu korku onda psikolojik rahatsızlığa dönüşen saplantı olmuştu. Sadece ateşli silahlar, bombalarla değil, zehirlenmekle de ilgili her şeyi okurdu" diye açıklamıştı...............................................Görülüyor ki, Saddam bütün ölüm olasılıklarını düşünmüş.Ama...Ülkesinin mahkeme kararıyla idam edileceğini herhalde aklından geçirmemiş olmalı. İşte "kader" budur. Bazı Batı dillerinde "kader" ile "yazgı" farklı anlamlar yüklenerek kullanılıyor. Kaderin değişmezliği fakat yazgının değişebileceği yargıları var. Saddam, "Arap dünyasının lideri olmak" megalomanisiyle arızalı düşlerin üstesinden gelebilseydi... Bu çılgın ve gereksiz ihtirasa harcadığı zamanı, enerjiyi ve maddi olanakları ulusunun mutluluğu ve refahı için hizmete koysaydı, belki de "yazgısı" değişirdi. "Alternatif tarih" yazmış olurdu. Yüz binlerce insanın kanı akmazdı. Daha dengeli evlatlar yetiştirir, onların kendi yüzünden kurşunlarla delik deşik olmuş cesetlerinin fotoğrafları önüne konmazdı.................................................Cahil ve muhteris bir arızalı kişilik hem ülkesini insanlık facialarının yaşanmakta olduğu topraklar haline getirdi... Hem de yurttaşlarını acıların batağına bıraktı...............................................Onunla bir kez karşılaştım. İki saat kadar beraber oldum. Sorular sordum. Aradan yıllar geçti. Belki bir başka yazıda tekrar anlatırım. Ancak...O söyleşiden geriye kalan izlenim şudur:"Burnundan kıl aldırmayan bir kibir dağı. Hastalıklı bir ruh. Sürekli kuşkulu. Kendi egosu için her şeye kıyabilecek acımasızlık."Abartmıyorum. Bir örnek...Tüm bu arızalı ruh nedenleriyle damatlarını kurşuna dizdirmiştir............................................Ne yazık ki, dünya bir ikilemle karşı karşıya kalmıştı. Bir tarafta böyle bir Saddam, öte yanda ise sabahın alacakaranlığında güne papaz dualarıyla başlayan, Tanrı'nın kendisine dünyayı kurtarma misyonu yüklediğine ve kendine mesajlar indirdiğine inanan ABD Başkanı Bush... İki arızalı adam...İşte o Bush, bu Saddam'ın üzerine gitti. Güya, Ortadoğu'yu yeniden biçimlendirecekti. Krallar, şeyhler, diktatörler, imamlar yönetimi yerine demokrasiyi getirecekti. Hiçbirini yapamadı. Irak bölünüyor. Ve iç savaş yaşanıyor. Filistin'de daha da radikal olan Hamas seçimleri kazandı. Lübnan kaynıyor. Parlamentonun dörtte biri radikal dincilerin elinde... Yani... Irak'ı, Ortadoğu'yu yeniden yapılandırmayı ve düzenlemeyi hedefleyen büyük Ortadoğu projesini uygulamak bir yana, ABD artık geriye nasıl çekileceğinin tartışmasını yapıyor. Saddam'ın idamı belki de Irak'tan çekilmenin zevahiri kurtaracak gerekçesi olarak kullanılabilir."Irak'a gittik, seçimleri yaptırdık, yeni devleti kurduk, zalimi astık, görevimizi bitirdik. Dönüyoruz..." diyeceklerdir bir olasılıkla...Tabii buna da kargalar güler...Dileriz ki, olay hem despotlara hem de geleceğin ABD başkanlarına ibret olur. gunericivaoglu@milliyet.com.tr Londra'da, Saddam'ın bir zamanlar sağ kolu olan askeri İstihbarat Daire Başkanı General Vefik Al Samarrai ile konuşmuştum.