NEW York’un Makro ölçekli Saint Germain’i oldu Chelsea. Geçen hafta perşembe akşamı sokaklarda ve caddelerde sanat tutkunları nehir gibi akıyordu.
Yüzlerce sanat galerisi...
Sergiler aynı gün (perşembe) değişiyor.
Ve sanatın kutsandığı büyük bir ayin performansı oluşuyor. O gün ilk kez sanatın Chelsea vaat edilmiş topraklarında bir Türk galerisi açıldı; “C24...”
Bizimkiler New York’a tek tük giysi ve altın işi dışında kebapçı açmak için gelirler.
İyi de ederler ama neden sadece bunlar?
İşte C24 Sanat Galerisi bu arayışa bir cevap...
Üstelik en iyi konumda. “Location” çok önemli.
C24 kenarda köşede kalsaydı sadece “bak New York’ta bir galerimiz var” teselli ödülümüz olarak kalırdı. Oysa bu galeri projesine imza atanlar önce “yer (location)” demişler.
İkinci aşama “Türk bilişimcilerin galerisi olsun ama Türk’ün Türk’e tanıtımı olmasın” ilkesini benimsemek olmuş.
İlk sergi Türk ve kasırga/sel felaketi geçiren New Orleanslı sanatçıların eşit sayıda eserlerinin harmanlandığı bir karma ile düzenlenmiş.
Konsept, seçim ve uygulama Dan Cameron’un.
Güzel bir açılış konuşması yaptı.
Galerinin salonlarındaki konuklardan büyük alkış aldı. Bu girişimin öncüleri Aslı Soyak ve Maide Kurttepe ile eşleri Erkut Soyak ve Emre Kurttepe.
New York’ta ünlü bir Türk avukat da ortakları.
O gece 4 bine yakın ziyaretçisi olmuş galerinin.
Büyük ilgi bu. Gece, galeride verilen davetle sürdü. Eleştirmenler, koleksiyonerler ve konuklarla dar kadrolu bir yemekti.
Ertesi gece Chelsea paletine yeni bir renk katan otelimiz Americano terasındaki davet keyifliydi.
Baktım Aslı, Maide, Erkut, Emre artık rahatlamışlardı.
Oysa açılışın ilk saatlerinde belli etmeseler de gerginlik sezmiştim. Hazırlık iki yıl sürmüştü. Hiç kolay değil. Hele Soyak markasını inşaat dünyasında yükselten Erkut Soyak için iş değil ama bu süre çok uzundu.
“1 ayda 20 katlı bina yaparım burada 2 salon için 1 yıl uğraştık. İşçi kalitesi çok düşük” diye yakınırken burnundan soluyordu.
Erkut’un sonunda yüzü gülmüştü.
“Kebapçı değil, sanat galerisiyle girdik New York’a. Hoş bir his” diyordu. Neyse...
İyi bitmişse her şey iyidir.
New York’ta galeri dışında da hoş zaman geçti.
İlk gece yemek yediğimiz Per Se dünyanın en iyilerinden biri. İyi bir haber, MEY İçki grubundan iki şarap yakında Per Se’nin listesinde yer alacak.
İzlenimlerimi anlatırım.
Şila Gök’ün usta işi program düzenlemesini de yazdım bir kenara.
METROPOLİTEN’DE İKİ OSMANLI SANAT GALERİSİ
NEW York Metropoliten Müzesi dünyanın sanat mabetlerinden biridir. Yılda 4 buçuk milyondan fazla ziyaretçisi vardır.
Önümüzdeki günlerde bu saygınlık doruğunda iki yeni Osmanlı Sanat Galerisi açılıyor.
İkinci katın Güney kanadında 15 bölümden oluşan İslam eserli sergisinin iki bölümünde yer alacak bu galeriler “Koç Ailesi” adı ile anılacak.
Osmanlı sanatının 600 yıllık eserlerinden örnekler sergilenecek. Vehbi Koç Vakfı bu etkinlik için 10 milyon dolarlık bir fon oluşturdu.
Türkiye tanıtımı için gerçekten büyük bir katkı.
Özellikle Rahmi Koç’un sanat duyarlığı ve kültürü, koleksiyonları bu girişimin gerisindeki motivasyon.
GENELEV GERÇEĞİ HAYAL VE HAKİKAT
VARLIĞINI elbette biliyordum ama doğrusu bu ya Karaköy/Yüksek Kaldırım’daki genelevin önünden bile geçmemiştim. En ummadığım yerde ve anda bu İstanbul hakikati karşıma çıktı.
Bienal’in ön sunum gecesi Antrepoların hemen yanındaki İstanbul Modern’e de geçtim.
74 kadın sanatçının eserleriyle katıldıkları “HAYAL VE HAKİKAT” sergisini de gezdim.
Ve...
Bir karanlık odadaki video gösterisini izlemek üzere içeri adımımı attığımda karşılaştım “Yüksek Kaldırım”la... Şükran Moral’ın “Hakikat” yapıtıydı.
Bir genelev çalışanı kadın ve onu seyreden erkek kalabalığı, kadının pazarlığı, odaya çıkış, konuşmalar... Müthiş çarpıcıydı.
Kadının et olarak sunuluşu ve satılışı ancak böyle bir tokat gibi surata vurulabilirdi. Sonra...
Gösterinin sarışını ansızın bir pankart açtı.
Üzerinde “İSTANBUL MODERN” yazan bir beyaz kâğıt...
Salonda izleyicilerin çoğu kadındı ve yabancıydı.
Yüksek Kaldırım hâlâ var mı, bilmiyorum.
Öğrenmek de istemiyorum. Utanç duydum.
Cariye pazarından ne farkı var?
Bin yıl sonra İstanbul’un cariyeler pazarının bulunduğu semtte gene kadınlar satılıyor.
İnanılır gibi değil. Şükran Moral’a ve Oya Eczacıbaşı’na “kadın hakları” ekseninde hayal gibi yasal düzenlemeler tartışılırken hakikate ayna tuttukları için alkış.
22 Ocak’a kadar açık kalacak.
“HAYAL VE HAKİKAT - Türkiye’den Modern ve Çağdaş Kadın Sanatçılar Sergisi” birer sanat ağıtı gibi yapıtlar sunuyor gözlerimize ve yüreklerimize.
Saatlerce orada kalmak istedim.
Beni çok etkileyen çalışmalardan biri de Cahide Sonku’nun portreleriydi. Işıklar içindeki büyük sahne ve perde sanatçısı Cahide Sonku güzelliğiyle başlayan bir dizi fotoğraf “işte hakikat” dedirtiyor.
Daha sonraki karelerde yıpranan, ışıklı basamaklardan, loş zemine inen ve alkol/uyuşturucu zehriyle tükenerek yoksulluğa yuvarlanan Cahide Sonku bir konser dinletisi gibiydi.
Beethoven’ın şair Shiller’in sözleriyle sunduğu “neşeye övgü”süyle başlıyor ve fotoğraf karelerinin sonlarına Mozart’ın cenaze marşı yeisine dönüşüyordu.