MERHUM Vehbi Koç'un naaşının bulunduğu şu günlerde, bir anlamlı anı...
Hiçbir yerde yayınlanmamış bu anıyı yansıtıyorum.
Koç Ailesi, denizciliği sever.
Aileden biri, "tekne" almıştır.
Vehbi Bey, onu karşısına oturtur.
Şöyle der:
"Ben kendime, hiç böyle şeyler almadım. Sen, uzun yıllar çalıştın, çabaladın. Grubumuza mühim katkıların oldu.
Bu tekneyi helal ve vergisi son kuruşuna kadar ödenmiş kazancınla aldın. Sen ve ailen, belki daha da iyilerine layıksınız.
Ama...
Böyle bir tekne, neredeyse, bir fabrika fiyatınadır.
Türkiye'de insanlar, birbirlerini taklit ederler. Lükste ve gösterişte yarışırlar.
Sen, Koç Ailesi'ndensin.
Senin bu güzel ve pahalı tekneni görenler, ya bunun gibisini yahut daha büyüğünü, daha pahalısını alacaklardır.
Şöyle bir düşündüm... 200 tekne daha alınmasını teşvik etmiş oluyorsun.
200 fabrika yerine, şahsi zevklere ayrılmış 200 tekne.
Bana kalırsa, Türkiye'ye lazım olan, 200 fabrikadır. 200 fabrikadan, 10 binlerce aile ekmek parası çıkarır.
Milli gelirlere, ihracata mühim ilave sağlar."
BU öyküyü, daha çok yenilerde dinledim.
İşte Vehbi Bey budur.
Daima Türkiye'yi düşünürdü. Şahsi ve şirket menfaatlerinin çok önünde Türkiye'nin yüksek yararları gelirdi.
Sık sık söylediği söz şuydu:
"Türkiye varsa, biz varız."
Zaten... Onun içindir ki...
Anadolu gezilerinde, hiç bilmediği ve tanımadığı köylere gittiğinde, onu şöyle derlerdi:
"İlk yerli traktörü senden aldık. İlk yerli otomobili ve yerli kamyonu senden aldık. Gazlı fırını, buzdolabını senden aldık.
Ama en çok, seni neden severiz bilir misin?
Çünkü... Yıllarca en çok vergiyi ödedin."
Merhum Koç'un bunları işittiğinde gözleri dolardı.
Denizcilik bir sevdadır.
Gösteriş tutkularının dekoru olmamak koşuluyla, fonksiyonel ve mütevazi teknelere kimsenin diyeceği yoktur.
Zaten merhum Koç'un sözlerini de, tekne tartışması açmak için değil... Vehbi Bey'in Türkiye'ye bakışını, kişisel zevklerden, kazanç tutkularından arınmış tavrını ortaya koymak için yansıttım.
BU bağlamda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik'in, bazı talihsiz sözlerine işaret etmek isterim.
Çelik, partisinin Kandıra ilçe kongresinde, Pazar günü çok çirkin bir konuşma yaptı.
Şöyle diyordu:
"65 milyonu sömüren keneler, doymak bilmemiş bugüne kadar. Doymak bilmiyor. Öylesine bilmiyor ki... Bunlardan bir tanesi, İstanbul'un Sarıyer'inde bir büyük ormanı yağmalayarak, oraya bilmem bir eğitim müessesesi kurmak istiyor."
Çelik'in sözünü ettiği eğitim kurumu, Koç Üniversitesi'dir.
Orman yağmalamak bir yana... Oraya binlerce ağaç dikilmiştir.
Tıpkı Koç Lisesi gibi, Koç Üniversitesi de, yarım milyar dolara yakın yatırımla Türkiye'ye, dünyanın en iyi üniversiteleri düzeyinde bir eğitim kurumu yaratmaya dönüktür.
Almak değil, vermek sözkonusudur.
Çelik, daha da ileri gitmiştir... Kulla Allah'ın arasına girmeye kalkışarak, şöyle demiştir:
"Kabirde bile rahatınız yoktur. Kabirde bile rahat bırakmazlar. Bu bakımdan mutlaka, halkla, insanlarla paylaşmalıyız. Neyimiz varsa..."
Çelik, inançlı bir insandır. Onu, vicdanıyla başbaşa bırakıyorum.
Bir faninin, ebedi istirahatgahından naaşının çalınması üzerine söylediği bu yakışıksız sözleri, kendi vicdanında kendisi yargılasın.
MERHUM Koç'un teslim alınan naaşının, gerçekten ona ait olup olmadığı konusundaki kuşkulara gelince.
Ailenin yaptığı saptamalara göre, hiç tereddütsüz Vehbi Bey'e ait.
Ağzındaki son protez... Ata binerken kırılan ve yanlış kaynayan kol kemiği, başlıca işaretler.
Ayrıca...
Kafa ve çene kemik yapısı ile hemen tanınmış.
Vehbi Bey düşüncelerini dile getirebilecek olanağa sahip bulunsaydı, herhalde "naaşına fidye ödenmesine - kendi deyimiyle sureti kat'iyede - izin vermezdi."
Sonuçta hadise, gene onun iradesi doğrultusunda gerçekleşti.
Diliyoruz ki... Ebedi istirahatgahında, bundan sonra rahatsız edilmesin.
Çelik'in sözlerine dönerek, birkaç satır daha...
Aslında onun sözleri, kendine ait bir yargı olmaktan çok, hükümetin bir kanadındaki önyargının uzantısıdır.
Hükümetin bir kanadı, Türkiye'de sanayi gruplarının kendisine karşı olduğu gibi bir vehim içindedir.
Hatta...
Partiye değil, partinin tepesindekilere.
Kendisine karşı medyadaki, TÜSİAD'daki, işçi sendikalarındaki tepkileri, örgütüne ve tabanına izah için gerekçeler aramaktadır.
"Kendine karşı tekelci sermayenin örgütlü tavrı" gibi bir yapay mazeret yaratmaktadır.
Bir inanan bulamasa da.