Türkiye'yi çok iyi bilen... Beyaz Saray ile hala ilişkileri olan...
Başında bulunduğu araştırma kurumuyla, karar odaklarına fikir ve politika üretimi yapan eski bir üst düzey ABD diplomatı.
Önceki gece, çok dar kapsamlı bir yemekte şöyle diyordu:
"Biz, ABD olarak, Türkiye'nin AB'ye girmesini istiyoruz.
Bunun için çaba gösteriyoruz."
Sonra...
Yüzünde kara mizahın gülümsemesi görünüyor ve anında kayboluyor.
"Belki de, biz Avrupalı değiliz de ondan" diyor.
Türkiye - Avrupa ve ABD arasındaki üçgenin, herhalde en iyi tanımı budur.
Dün, Beyaz Saray'da, Başkan Clinton'ın Rum Lobisi'nden 16 dişli üyeye, "Büyük hedefimiz, Türkiye'nin AB'ye üyeliğidir. Bu konuda çaba göstereceğiz" söylemini, işte yukarıda yansıttığım gerçeğin ışığında yorumlayınız.
ABD'nin bastırması, elbette önemli.
Ama...
"Acaba, ABD bir AB ülkesi olsaydı, Türkiye'nin üyeliği için aynı heyecanı gösterir miydi?"
Bu sorunun cevabını içimize sinerek "EVET" diye verebildiğimiz gün, bugün yaşamakta olduğumuz pek çok iç ve dış sorunu geride bırakmış oluruz.
Aynı "Türkiye doktoru" ABD'li diplomattan başka saptamalar daha sunayım:
"- ÖCALAN ve SURİYE: Hafız Esad'ın burnunu iyice sürttünüz.
Direnecek hali yoktu.
Türkiye'nin, Suriye'ye karşı asgeri üstünlüğü tartışmasızdır.
Arkasında Rusya yok.
Arapların, Suriye arkasında yer alma süreci öylesine uzardı ki, o arada siz çoktan Hafız Esad'ı düşürmüş ve Öcalan'ı alarak geri çekilmiş olurdunuz.
Esad bunu biliyordu.
Öcalan için direnemedi.
Büyük fırsat kaçırdınız.
Esad'a, Apo'nun gönderilmesi gereken ülkeyi dikte edebilirdiniz.
Türkiye'ye bir daha hiçbir şekilde zararlı olmayacak bir ülkeyi, Esad'a kabul ettirebilecek zamanlamayı yakalamıştınız.
Şansı eksik kullandınız.
Askerin caydırıcılığı, siyasetçiyle tamamlanamadı.
- İSRAİL İLİŞKİSİ: Herşeyin limitleri vardır.
O limitler aşılırsa, rahatsızlık başlar.
Türkiye - İsrail yakınlaşması, çok iyi olmuştur.
Ortadoğu'daki dengeleri yenilemiştir.
İbreyi, barışa çevirmiştir.
Fakat...
Bu yakınlaşma, sınırlar aşılarak dışa vurulursa, tepki psikolojisini geliştirir.
Cephe yaratır.
Hem Türkiye'nin hem İsrail'in işini zorlaştırır."
Aynı değerlendirmeyi, Mübarek'ten de dinlemiştim.
Aynı diplomatın gözlemlerini yansıtmayı sürdüreyim:
"- 1999'da DÖVİZ DARBOĞAZI: Böyle giderse, Türkiye'nin 1999'da döviz darboğazı yaşaması, neredeyse kaçınılmaz.
Ne yazık ki, 1981'den bu yana, ilk kez böyle bir tehlike görünmeye başladı."
Onun bu söylediklerini, zaten medyada çeşitli oranlarda devalüasyon olasılığı iddialarıyla izliyoruz.
1998 enflasyonunu düşük tutmak için, dolar kuru artışları sürekli baskı altında tutuldu.
Eğer, şu ya da bu şekilde Yılmaz hükümeti devam etseydi, aylık yüzde 4 - 5 yerine, 8 - 10 oranında TL değeri düşüşleriyle, bu geride kalan yapay kur uygulaması telafi edilecekti.
Bakalım, yeni kurulacak hükümet, bunu yapacak mı?
18 Nisan'da seçim nedeniyle, herhalde yapmayabilir.
O zaman, kartopu, yuvarlanarak çığı haline gelir.
Ekonomiye yazık olur.
Islahat Fermanı'ndan bu yana, Osmanlı'nın ve sonra da Türkiye'nin yaşadığı döviz sorunun ilk kez çözmüşken, gene darboğazlara gireriz.
Fakat, Amerikalı eski kurt diplomatın da belirttiği gibi, çok dramatik bir durum olmaz.
Türkiye'nin, Rusya olmadığıı bir gerçek.
Ancak, bunu dış ekonoümilere iyi anlatabilmeliyiz.
Gene, yemekte dinlediğim saptamalara dönelim.
"- ECEVİT HÜKÜMETİ: Ne yapacak?
Seçim sistemini değiştirebilecek ve çift turlu seçimle, sağlam, istikrarlı bir çoğunluğa dayalı, sürekli iktidarın, sandıktan çıkmasını sağlayabilecek mi?
Siyasi partiler yasasında değişiklik yaparak, Türkiye'yi değişmez liderler ülkesi olmaktan çıkaracak mı?
Hayır."
Ne ilginç...
Adeta son MGK toplantısına mikrofon koymuş gibiydi.
Bütün bunlardan sonra, Pazar yazısı bağlamında, asıl canımın istediği konuya dönelim.
Ömer ve Mine Vargı'nın, AMERİKALI, EŞKIYA filmlerindeki başarılarının bir rastlantı olmadığın ortaya koydukları HER ŞEY GÜZEL OLACAK filmine...
Ben, film eleştirmeni değilim.
Ama...
Atilla Dorsay'ın, Yüzyılın Yönetmeni kitabının ikinci sayfasında yazdığı şu satırları çok sevdim:
"Sinema aşığı Güneri Cıvaoğlu'na.. İçtenlikle."
Eleştirileri, bu sanat dalının uzmanlarına bırakıyorum.
"Sinema aşığı ve tutkunu" bir izleyici olarak, başından sonuna bu filmi hiç sıkılmadan, keyifle izlediğimi, son haftalarda gördüğüm pek çok yabancı filme tur bindirdiğini söylemekle yetiniyorum.
Salonlar da o nedenle dolu.
1999 Türkiye filmi için dileğim de keşke "HERŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK" mesajını verebilse...
Yazara E-Posta: g.civaoglu@milliyet.com.tr