Cumartesi gecesi salondan çıkıp bahçede sigara içen birkaç kişi arasındaydım.
Onlardan biri de büyük oyuncu John Malkovich’di.
Ne konuştuk dersiniz?
Futbol...
Evet Malkovich gençliğinde Amerikan futbolunda iyiymiş.
“Basketbolde de iyiydim ama futbol kadar değil” dedi.
Özdemir Sabancı da Amerika’daki futbol ve basketbol hakkında epeyce bilgili.
Transferleri konuştular.
“Hangi takım kimi alınca kuvvetlendi, kimi kaybedince düşüşe geçti” falan...
Adam “sanki dünyanın en saygın oyuncularından” biri değil de sıradan Amerikan vatandaşı.
“Hesaplanmamış bir rahat giysi... Boynunda uzun gri bir örgü atkı...”
Bir de “hesaplanmış ihmal” şıklığı vardır.
Güya “hiç dikkat etmemiş, özen göstermeden, düşünmeden giyinip gelmiş” havasındadır ama hepsi aslında “hesaplıdır.”
Malkovich’inki öyle değil.
Gerçek doğal...
.........................
FISILDAR gibi konuşuyor.
Gülümsüyor.
Biraz “mahcup” izlenimi bile veriyor.
Onunla bu ikinci karşılaşmam.
İlk izlenimim de buydu.
Sigarasını tüttürürken 5-10 metre ötemdeki Boğaz’a bakıyor, yalılar, hisarlar hakkında konuşuyordu.
..........................
AMERİKA’DAKİ evi Boston’da...
Güney Fransa’da da bir çiftlikleri varmış.
“Bu ikisi arasında yaşıyoruz” dedi.
Güney Fransa’yı çok seviyor.
İstanbul’a hayran...
Ayşe Arman’a verdiği röportajda söylediği “İstanbul tarihi uygarlıkların geçit yaptığı harika bir dekor.”
Bir sinema adamının ifade dili bu.
..........................
ONUNLA beraber gelenlerden biri de bizimle bahçedeydi.
Malkovich’in “tevazuu, sadeliği” için bir olayı anlattı.
Eşi Nicole ile birlikte methini işittikleri “Nusret”e “et yemeye” gitmişler.
Kaldıkları otelden rezervasyon yaptırabilirlerdi.
Ama hayır...
İkisi yanlarına kimseyi almadan bir taksiye atlayıp Nusret’e gitmişler.
Kapıda kuyruk...
“Gık” etmeden bir süre beklemişler.
Sıra kendilerine geldiğinde sıradan bir turist gibi gösterilen masaya oturmuşlar.
Yani...
Kapıdaki görevliye “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” gibi babalanmalar yok.