Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

ALTIN Kelebekler uçuşurken biri de bizim “Şeffaf Oda”ya kondu.
8 yılda 5’inci kez.
Çalışma arka-daşlarımla birlikte keyfini paylaştık.
Ödülü alırken sahnede de söyledim:
“Nesli tükenmekte olan bir gazetecilik grubundan almış olmak” önemli.
Bu yıl Galatasaray, Yıldız, Kültür, Arel ve diğer üniversitelerinde öğrencileri tarafından Şeffaf Oda ödüllendirildi.

Nesli tükenmekte olan

AMİRAL GEMİSİ

HÜRRİYET için “medyanın amiral gemisi” tanımı yapılır.
Kelebek de onun arka bahçesi.
39 yıl önce Altın Kelebekler ilk kez verilmişti.
Hürriyet’in alt katındaki bir salonda mütevazı bir törendi.
Zamanla dışarı açıldı.
Aksaray’daki Lunapark Gazinosu’nda da verildi.
Son yıllarda gösterilere dönüştü.
Madonna konseri de gösterdi ki etkinliğin kendisi kadar onu saran aurası da önemli.
Altın Kelebekler için 4-5 ay süren ciddi hazırlıklar ve çalışmalar yapılıyor.
İlginç fikirler yakalanarak hayata geçiriliyor.
Bu kez Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlendi davet.
Güneşin batışını Haliç kıyısından izleyerek başladı gece.
Simgesel kırmızı halıdan TV ekranlarının ünlüleri yürüyordu.
Haliç Kongre Merkezi’nin görkemli salonunda Ajda, Ebru Gündeş, Göksel sahne aldılar.
Üç farklı ve iddialı ses...
Ajda bir dünyalı.
Yerkürenin hangi coğrafyasında, hangi dilde söylerse söylesin kendini kabul ettirir.
Ebru’nun sesi yeraltından fışkıran gürül gürül akan su gibi...
Göksel ise nostalji duyguları yaşatıyor.
Ödül geceleri sanat ve kültür ortamı yeterince yeşermemişse “vahalar” gibidir.
Güzel sözler edilir.
Başarı, ekip ruhuyla paylaşılır.
Artık aramızda olmayan demir almış sessiz gemiler anılır.
Gubbede hoş sedalar bırakılır.
..................
Bir de Nobel alan Orhan Pamuk’u düşünün.
Cannes’da Altın Palmiye kazanan Nuri Bilge Ceylan’ı...
Çeşitli küresel edebiyat ödüllerine uzanan Yaşar Kemal’i, Zülfü Livaneli’yi, Elif Şafak’ı...
Eurovision 1’incisi Sertap Erener’i...
Kim bilir hangi duyguları yaşıyorlardı.

Haberin Devamı

ASMALI’YI ASMAK

HALİÇ Kongre Merkezi’nden çıktığımızda gece yarısı olmuştu.
Karnımız zil çalıyordu.
O saatte açık bir yer neresi olur diye düşünürken benim pek sevdiğim Asmalı Mescit girişindeki küçük lokanta geldi aklıma.
Karadeniz pideleri ve kurufasulyesi, bulgur pilavı, turşusu, kadayıfı ünlüdür.
Gittik...
Pastırmalı kuru ve bulgur pilavına daldık.
Biraz da kadayıf...
Yaz geceleri insan seli akan Asmalı sanki “The Day After” sendromundaydı.
Bir önceki gece nükleer bomba atılmış, insanlık neredeyse- yok olmuş.
Öylesine tenha.
Sadece sokak kedileri ve de tinerciler...
Orada sanki devlet de yoktu.
Civardaki esnaftan dinledim. (Bizim gittiğimiz lokantanın sahibi Rizeli dayanışması nedeniyle bu konuda konuşmuyor.)
Belediye orayı basmış.
15-20 zabıta memuru terörist hücre evine baskın yapar gibiymiş.
Masalara çift dalmışlar.
Müşteriler, turistler apar topar kaldırımdaki masalardan kaldırılmışlar.
Herkes şaşkınmış.
Böylece İstanbul’un en yerel renklerini yansıtan güzelliklerinden birinin daha ışığı söndürülmüş.