NEVRUZ’u Kandil’den gelen talimatla bir “Kürt Baharı” hareketine dönüştürmek eylemleri tezgâha kondu.
“Arap Baharı’nın, Kürt versiyonu” hesapları tutmadı.
Tutamazdı.
Ama...
Birçok kentimizde taşlar uçuştu.
Molotof kokteylleri ile yangınlar çıkarıldı.
Lastik yakıldı.
Gaz sıkıldı.
Yaralananlar oldu.
“Bu nasıl kutlama?”
Kara mizahın çok ötesinde kanlı mizah...
Tekrar edeyim...
“Türkiye’nin iki duyarlı saat ayarı vardır.
Birincisi her yıl mart ayında Nevruz’a ayarlıdır.
Diğeri ise her yıl nisan ayında Amerika’da yasama meclislerine verilen Ermeni soykırımı” karar tasarısı.
.......................
Takvim yapraklarındaki bu iki fırtına atlatıldıktan sonra unutulur.
Ta ki ertesi yıl gene aynı tarihlerdeki akut sancılara kadar.
Oysa...
Bu süre harcanmasa ve bir sonraki yılın kriz ajandasına göre önlem çalışmaları yapılsa belki kökünden sıfırlanamaz ama hayli hafifletilmesi mümkün olur.
Örneğin şu Nevruz kutlamaları neden bir Kürt bayramı haline gelsin?
Bu topraklarda yaşayan hepimizin de bayramıdır.
Hatta bölgedeki tüm ulusların ve özellikle Türklerin...
İki gün önce kadim dostum Yağmur Atsız Star’daki köşesinde Nevruz’u bakın nasıl anlatmış:
‘Bugün Nevruz. Astronomik olarak gece ile gündüzün eşit uzunlukta olduğu gün. Eskilerin “tesâvi-i leyl ü nehar” dedikleri tarih. 20 Eylül’dekinden farkı bundan böyle günlerin uzamaya devam etmesi. 20 Eylül’den sonra ise malum günler kısalmaya devam ediyor.
“Yeni gün” anlamına gelen Nevruz’un kadim zamanlardan bu yana kutlanmasını da çok iyi anlayabiliyorum. Böyle bir tarih benim için çoğu zorlama pek çok “öylesine” bayram gününden daha muteberdir.
Nevruz meselâ Azerilerde “en büyük bayramımız” olarak geçer. Herhangi birine sorabilirsiniz. Öbür Türk kavimlerinde de!
Biz Osmanlılarda pek önemsenmemesini öteden beri yadırgamışımdır. Sahiden de sekiz on yıl öncesinden başlayarak Kürt milliyetçileri tarafından istismar edilmeye başlamamış olsalar artık Nevruzları bizde pek kimsenin iplediği yoktu. Belki bu umursamazlıktan da cesaret alan Kürtçüler Nevruz’un bir “Kürt Bayramı” olduğu palavrasını sıkıyorlar.’
................
Nevruz sadece bir örnek ama Türkiye’nin bütünlüğünü sürdürmesi için önemli simge...
Nevruz’un “Kürt ve Türk” ayrışması için kullanılması basiret bağlanmasıdır.
Ayrışmak değil bütünleşmek, çatışarak değil omuz omuza horonlarla kutlamak.
Bu güzelliğin etkinlik hazırlıklarını şimdiden başlamak.
SUÇ VE CEZA ŞAHSİDİR
BAŞBAKAN Erdoğan “şike” dosyasında çözümün “köşeleri akıl, vicdan ve hukuk” olan “altın üçgen” içinde olduğunu vurguladı.
Ceza hukukunun temel kuralı “suç ve cezanın şahsiliği” ilkesi ışığı altında bakıyor.
Gerçekten suçu işleyen gerçek kişi ile temsil ettiği kurum yani tüzel kişi -bazen- aynı adalet terazisinde tartılmaz.
Eğer gerçek kişi bir suç işlemişse temsil ettiği tüzel kişinin de aynı suçu işlediği ve gerçek kişiyle aynı cezayı alması hukukun yanı sıra akıl ve vicdana da terstir.
Örneğin...
“Şike davası...”
Yargının kesin kararı oluşuncaya kadar herkes masumdur.
Şike davasında yargılanan gerçek kişiler de öyle...
Tutun ki bu kişiler yargıda suçlu bulundu, karar kesinleşti.
Peki bu kişiler, diğer yöneticiler, milyonlarca taraftar da cezalandırılacak mı?
Buna “evet” cevabı vermek zor.
Bazı ülkelerde böyle uygulamalar var.
Ama...
Sporun yetkili kurumlarının verdikleri disiplin ve spor etiği kararları ile ceza hukukunu birbirine karıştırmak yanlıştır.
Disiplin ve spor etiği suçlarını işlememiş milyonlarca ve milyonlarca taraftar, onurlu tarihleri olan asırlık kulüpler nasıl ve neden ceza alsın?
Hele...
Ceza hukuku maddelerine göre yargılanmakta olan yöneticiler nedeniyle daha ortada kanıtlanmış bir suç yokken sanki suç sübut bulmuşçasına federasyon kararıyla ceza olur mu?
“Suçun işlendiğine dair kuvvetli emareler var” gibi söylemlerin adalet terazisinde yerleri yoktur.
“Şüphe üzerine hüküm inşa edilemez.”
Peki...
Ya “yapılan -olası- yanlışlar nedeniyle zarara uğrayan diğer kulüpler, diğer kulüplerin milyonlarca taraftarı?”
Galiba sorun, federasyonların disiplin ve spor etiği gibi “kusur” tanımına giren yetki alanını çok aşarak “ceza hukuku” coğrafyasına taşması ve orada hukuk kaosu yaratması.
Böyle durumlarda çözüm hukuk kaynaklarının hiyerarşisine bakmaktır.
Ceza hukuku alanına “hakem düdüğü esastır, hakemin takdiridir” zihniyetiyle girmek yanlıştır.
Özay Şendir
Netanyahu için sonun başlangıcı…
18 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Eğitim vezir de eder rezil de!..
18 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Toparlanmanın devamı gelir mi?
18 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Hande Subaşı: Modellikten geliyorum, ama modayı hiç takip etmiyorum
18 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Yunanistan’ı anlamama sendromu
18 Mayıs 2025