Önce şunu belirtelim... Siyasetin tank namlusuyla yönlendirilmesi savunulamaz.Ama anayasal düzenin, üzerinde üniforması yok diye siyasetçi tarafından kundaklanması da savunulamaz.Eğer bu sorumsuzluk meydan okumaya, eyleme, uygulamaya koymak kalkışımına dönüşürse... Anayasal düzenin ve demokrasinin kendini savunma hakkı doğar.28 Şubat süreci böyle görülmelidir.28 Şubat silahsız kuvvetlerin toplu duruş hareketiydi.Medya, adalet erki, dernekler, barolar, odalar bir arada Anayasanın değiştirelemez maddesi olan "laiklik" için toplu eyleme geçmişti. Asker de namlusuyla değil düşünceleriyle bu süreçteydi.Sadece asker değil, dönemin Cumhurbaşkanı da...Toplumun büyük çoğunluğu ve kanaat önderleri omuz omuza verdiler.İşi laik devletin Başbakanlık Konutunda, sarıklı tarikat liderlerine iftar yemeği vermeye kadar adım adım tırmandıran Erbakan ve siyasi cemaati, demokrasinin antikorları olduğunu, kendini savunacağını bilmeliydiler.Öğrendiklerinde çok geç oldu.Onaylanmayacak birkaç keskin sirke örneğiyle, askeri bu sürecin içinde "yanlış" göstermeye neden olmanın dışında, 28 Şubat sınırlarında kalan meşru savunmadır.Çanak tutulmasaydı, oluşmazdı. Sanki, 28 Şubat ruhunu çağırma seansı. Tartışılıyor: "28 Şubat süreci, 3 Kasımdan sonra yeniden yaşanabilir mi?" Ders almak Gerçekten...Duyarlı konuları kaşımamaya özen gösterdiler. Alerjik olmamaya çalıştılar.Örneğin..."Başörtü ve türban konusu."AKP milletvekili listelerine bir tek başörtülü ya da türbanlı kadın aday konulmadı.Meydanlarda, TV konuşmalarında bu sorun teğet geçildi. Ortam gerilmedi.Kimse de 28 Şubat falan lafları etmiyordu.Zaten, AKPnin böyle duyarlı söylemlerle oy aramasına da gerek yoktu. Açık arayla birinci. AKP, Refahyol macerasından gereken dersler çıkarıldığı söylemleriyle kuruldu. 4 Kasım AKP miladı "Zaten halk güvenmiş ki oylarını vermiş" söylemi gerçektir ama yüzeydedir.Çünkü, sandıktan çıkan oylarla Mecliste çoğunluk sağlanır. Meclisin çoğunluk oylarıyla güvenoyu alınır... Hükümet olunur.Fakat "hükümet olmak" her zaman "iktidar olmak" kavramıyla örtüşmez.İktidar, anayasal kurumlar, duyarlı kesimler, kamuoyunu yapılandıran ağırlıklı medya, sivil toplum örgütleri, odalar tarafından benimsenmektir.Oligarşi mi? Değil... Anayasanın ve demokrasinin, devletin değişmez ilkelerinin koruyucusu antikorlar. Seçim meydanları ve kamuoyu araştırmaları, kimsenin başını döndürtmesin... Ayaklarını yerden kesmesin. Bu durumda artık AKP için 4 Kasım ve sonrası, 3 Kasım seçim gününden daha önemli olmalı. 4 Kasımdan sonra tek başına ya da büyük ortak olarak hükümet kurabileceği psikolojiyi üretmeli... "Bu devletin yönetimini alabilirler" güvenini şimdiden yaratmalı. Ağzının amiri olmak Başörtüsü konusuna "sert" girmiş.Galiba hareket faul."Başları zorla açmak cinayettir" demiş.Yani bu söylemle Anayasa, cinayete azmettirici. Anayasa Mahkemesi cellat.Öyle mi?Sonra..Bülent Arınç şöyle demiş:"Türban sorununu çözmek namus borcumuzdur. Sonuna kadar gideceğiz."Peki... "Neden namus borcu?"Yani namus cinayeti işlenmiş de AKP bunu mu temizleyecek?Sonuna kadar gidilecekmiş!Nereye kadar?Anayasayı da değiştirmeye, bu kararı alan Anayasa Mahkemesinin tepesine inmeye kadar mı?..Bülent Arınçın sözcüklerinin amacını aştığına inanmak isteriz.AB eşiğinde Türkiyenin "örtünme" dahil sorunlarının, diyalogla, karşıklı anlaylışla çözüleceği gibi birleştirici, uzlaştırıcı sözcükler "yeni" olabiliyor. Yoksa "Erbakan kafası AKPde de sürüyor" kuşkularını verir.4 Kasım için psikoloji yanlışı olur.Durup dururken "28 Şubat ruhunu çağırma seansı" yapmaya ne gerek var? g.civaoglu@milliyet.com.tr AKP Grup Başkanı Bülent Arınç dünkü miting konuşmasında meydanı görünce işte böyle ayaklarının yerden kesildiğini gösteren laflar etmiş.