Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Sanki, 28 Şubat ruhunu çağırma seansı. Tartışılıyor: "28 Şubat süreci, 3 Kasım’dan sonra yeniden yaşanabilir mi?"
Önce şunu belirtelim... Siyasetin tank namlusuyla yönlendirilmesi savunulamaz.
Ama anayasal düzenin, üzerinde üniforması yok diye siyasetçi tarafından kundaklanması da savunulamaz.
Eğer bu sorumsuzluk meydan okumaya, eyleme, uygulamaya koymak kalkışımına dönüşürse... Anayasal düzenin ve demokrasinin kendini savunma hakkı doğar.
28 Şubat süreci böyle görülmelidir.
28 Şubat silahsız kuvvetlerin toplu duruş hareketiydi.
Medya, adalet erki, dernekler, barolar, odalar bir arada Anayasa’nın değiştirelemez maddesi olan "laiklik" için toplu eyleme geçmişti. Asker de namlusuyla değil düşünceleriyle bu süreçteydi.
Sadece asker değil, dönemin Cumhurbaşkanı da...
Toplumun büyük çoğunluğu ve kanaat önderleri omuz omuza verdiler.
İşi laik devletin Başbakanlık Konutu’nda, sarıklı tarikat liderlerine iftar yemeği vermeye kadar adım adım tırmandıran Erbakan ve siyasi cemaati, demokrasinin antikorları olduğunu, kendini savunacağını bilmeliydiler.
Öğrendiklerinde çok geç oldu.
Onaylanmayacak birkaç keskin sirke örneğiyle, askeri bu sürecin içinde "yanlış" göstermeye neden olmanın dışında, 28 Şubat sınırlarında kalan meşru savunmadır.
Çanak tutulmasaydı, oluşmazdı.

AKP, Refahyol macerasından gereken dersler çıkarıldığı söylemleriyle kuruldu.
Gerçekten...
Duyarlı konuları kaşımamaya özen gösterdiler. Alerjik olmamaya çalıştılar.
Örneğin...
"Başörtü ve türban konusu."
AKP milletvekili listelerine bir tek başörtülü ya da türbanlı kadın aday konulmadı.
Meydanlarda, TV konuşmalarında bu sorun teğet geçildi. Ortam gerilmedi.
Kimse de 28 Şubat falan lafları etmiyordu.
Zaten, AKP’nin böyle duyarlı söylemlerle oy aramasına da gerek yoktu. Açık arayla birinci.

Bu durumda artık AKP için 4 Kasım ve sonrası, 3 Kasım seçim gününden daha önemli olmalı. 4 Kasım’dan sonra tek başına ya da büyük ortak olarak hükümet kurabileceği psikolojiyi üretmeli... "Bu devletin yönetimini alabilirler" güvenini şimdiden yaratmalı.
"Zaten halk güvenmiş ki oylarını vermiş" söylemi gerçektir ama yüzeydedir.
Çünkü, sandıktan çıkan oylarla Meclis’te çoğunluk sağlanır. Meclis’in çoğunluk oylarıyla güvenoyu alınır... Hükümet olunur.
Fakat "hükümet olmak" her zaman "iktidar olmak" kavramıyla örtüşmez.
İktidar, anayasal kurumlar, duyarlı kesimler, kamuoyunu yapılandıran ağırlıklı medya, sivil toplum örgütleri, odalar tarafından benimsenmektir.
Oligarşi mi? Değil... Anayasa’nın ve demokrasinin, devletin değişmez ilkelerinin koruyucusu antikorlar. Seçim meydanları ve kamuoyu araştırmaları, kimsenin başını döndürtmesin... Ayaklarını yerden kesmesin.

AKP Grup Başkanı Bülent Arınç dünkü miting konuşmasında meydanı görünce işte böyle ayaklarının yerden kesildiğini gösteren laflar etmiş.
Başörtüsü konusuna "sert" girmiş.
Galiba hareket faul.
"Başları zorla açmak cinayettir" demiş.
Yani bu söylemle Anayasa, cinayete azmettirici. Anayasa Mahkemesi cellat.
Öyle mi?
Sonra..
Bülent Arınç şöyle demiş:
"Türban sorununu çözmek namus borcumuzdur. Sonuna kadar gideceğiz."
Peki... "Neden namus borcu?"
Yani namus cinayeti işlenmiş de AKP bunu mu temizleyecek?
Sonuna kadar gidilecekmiş!
Nereye kadar?
Anayasa’yı da değiştirmeye, bu kararı alan Anayasa Mahkemesi’nin tepesine inmeye kadar mı?..
Bülent Arınç’ın sözcüklerinin amacını aştığına inanmak isteriz.
AB eşiğinde Türkiye’nin "örtünme" dahil sorunlarının, diyalogla, karşıklı anlaylışla çözüleceği gibi birleştirici, uzlaştırıcı sözcükler "yeni" olabiliyor. Yoksa "Erbakan kafası AKP’de de sürüyor" kuşkularını verir.
4 Kasım için psikoloji yanlışı olur.
Durup dururken "28 Şubat ruhunu çağırma seansı" yapmaya ne gerek var?