Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

FAŞİST İtalya'da Korporasyonlar vardı.
Yani meslek odaları. Bunlar Faşistlerin denetimi altındaydılar. Kimse bu odalara üye olmadan işe giremiyordu.
Gazeteciler de "basın odalarına" kayıt zorunluğu altındaydılar. Mussolini'nin faşist komiserlerinin onayı olmadıkça odaya kayıt yaptıramıyorlardı.
Böylece sadece Duçe'nin istediği faşizmin borazanlarına gazetecilik yapma olanağı verilmişti.
Bu durumda ceza yasasında çok özel hükümlere - ki gene de vardı - gerek olmaksızın medyaya gem takılmıştı.

Bu özel uygulamaya Türkiye'de bile savaş yıllarında özenilmişti.
Basın Birliği böylece kurulmuştu.
Basın odası ya da gazeteciler barosu gibi düşünülmüştü.
Yürümedi.
Ama o zamanların ilkel basın yaklaşımlarını gösteren ilginç örnektir.
Sığlık öylesine açıktı ki...
Devrin çarıklı siyaset erkan - ı harpleri "bazı radyo yayınlarının Edirne'den içeri girmesini yasaklayan" sansür genelgeleri bile yayınlayabilmişlerdir.
NAZİ Almanya'sında Führer diye anılan Hitler her şeydi.
Meclis'in, idarenin ve yargının başıydı.
Üç kuvvetin üçünü de kendinde toplamıştı.
Basın sadece O'nun propaganda sesiydi.
Propaganda nazırı Göbels'in emrindeydi.
Böyle bir rejimde basın özgürlüklerinin adından daha söz edebilmek mümkün değil.
Ancak...
Nazi Almanyası'nın Türkiye düşün yaşamına bir büyük yararı olduğu inkar edilmez.
Nazilerden kaçan Yahudi kökenli bilim adamları ve özellikle hukukçular Türkiye'de kabul görmüşlerdir.
Onların katkılarıyla o yıllarda Türkiye üniversiteleri, dünya klasmanında ilk derecelere yükselmişti.
Yıllar içinde itibarlarında çok şey yitirmiş olmasına karşın Türkiye üniversitelerinin bugünlere kadar hala süren kurumsal saygınlık kimliğinde onların katkısı büyüktür.
Keşke onların açtığı yoldan araştırmacı üniversite uygulamaları yolalabilseydi.
BUGÜN üniversitelerde güncel konularda başvurulabilecek çalışmalar yok denecek kadar az.
Örneğin "yeni basın yasasını" tartışıyoruz.
TBMM'de basın hukuku için Genel Görüşme var.
Kıyametler kopuyor.
Binlerce gazetecinin imza attıkları bir metin ile Meclis'e, kamuoyuna uyarılar yayınlanmakta.
Fakat, üniversitelerden ne bir ses, ne nefes.
Sanki üstlerine ölü toprağı dökülmüş.
Toplumsal acıların yankılandığı ve tepkilerin refleks halinde geldiği bu özgürlük anıtlarında yaprak kımıldamıyor.
Dahası...
Bu konularda başvurduğumuz arşivlerinde günün şu büyük tartışma konusuna ışık tutabilecek derinliği olan çalışmalar da bulamıyoruz.
Örneğin...
"Karşılaştırmalı İletişim Hukuku" konusunda bir doktora tezi... Bir master çalışması - soruşturduğum üniversitelerde - yok.
Üniversiteler ne yazık ki birkaç istisna dışında toplumun yaşamından ve güncel sorunlarından neredeyse kopmuş.
GENE de kendi çapımda yapabildiğim bir ufuk turunu yansıtayım.
"Yalan" veya bir diğer deyimiyle "gerçek dışı haber" için özel yasalara gerek bile yok... Ceza ve tazminatı düzenleyen özel hukuk kişileri ve kurumları dünyanın bütün çağdaş demokrasilerinde korumaya yeterli.
Ayrıca genel ve esnek hükümlerle "gerçek dışı haber" gibi bir kavram yaratmak... Hele bir de "toplumu telaşa düşürecek nitelikte" gibi nereye çeksen uzayacak suç yaratmaya kalkışmak, medyanın burnuna halka geçirme niyetinin açık işaretidir.
Her dönemde dikensiz gül bahçesi isteyen ve majestelerinin medyasını yaratmak isteyenler bu zorlama formüllere başvurmuşlardır.
Hiçbiri bu yasaların hayrını görmüş değillerdir.
Bu yasa girişiminin ve Meclis'te genel görüşmeyle yeni yasaya çanak oluşturma çabalarının da iktidar adına talihsizlik olduğuna işaret etmeliyim. Tam Susurluk trafik kazasıyla mafya, siyaset ve bazı polis şefleri karanlık üçgeni ortaya çıkmaktayken bunları ortaya çıkaran medyanın üzerine gitmeye kalkışmanın akla getirdiği soru "yoksa bir şeyler mi saklamaya çalışıyorlar" olmaktadır.
Oysa böyle çabalar bir yerde tıkanır.
Türkiye ile benzerlik paraleli iddiasıyla değil, konu için bir dünya örneği vermesi bakımından Güney Kore'de olanları hatırlamalıyız.
Haftalarca basın susturuldu, ama, öyle büyüyerek yankılanan bir fısıltı gazetesi oluştu ki, sonunda Cumhurbaşkanı'nın yolsuzluğu gizlenemez hale geldi.
Tutuklanmasına kadar uzanan gelişmeleri gazetelere baskı ve sansür girişimleri önleyemedi.
Ben bu satırlarda paralel elbette kurmuyorum.
Zaten böyle bir durum da yok.
Fakat...
Yıllar önce gene siyasetin bunalımlı dönemleriydi... İktidar sivil diktaya doğru yönelmekteydi.
Cumhuriyetimizi kuranlarda büyük devlet adamı İsmet İnönü şöyle unutulmaz tarihi önemde bir laf etmişti:
"Türk Milleti, Güney Kore mill